İzleyiciler

28 Aralık 2014 Pazar

EDEP VE HAYA





EDEP VE HAYA 





'Gezdim Halep ile Şamı 
Eyledim ilmi talep 
Meğer ilim bir hiç imiş
İlla edep illa edep.         
Yunus Emre


Yunus Emre'nin yukarıda ki dizeleri ne kadar da önemli. Zamanımızın en büyük ihtiyacını bize anlatıyorlar, edep. Kaybettiğimiz en büyük değer ve bizi biz yapan bir erdem. Hem gelenek ve kültürümüzde bulunan hem de dinimizin emri olan edep.
Evet artık pek bulunmayan bir hazine belki de...
Define haritalarına ihtiyacımız var belki de...
Yerini bulabilmek için hatta nasıl kullanıldığını anlatan bir kullanım kılavuzu olmalı belki de...

Güzel ahlak, incelik ve terbiye bütün bunlar hatta daha fazlasını kapsıyor aslında edep. Bir toplumsal erdemden çok bir kaç erdemi içinde barındırır edep. İnsanlara iyi davranmak, büyüklere karşı saygılı olmak, küçüklerini sevmek, bulunduğumuz ortama  uygun davranmak gibi daha nice anlamı vardır...

Mevlana Celaleddin-i Rumi (K.S.) ne kadar da güzel ifade etmiştir aslında edebi. ''İnsanla hayvan arasındaki fark edeptir.'' Evet yıllarca bize öğretilen bir ezberi bozuyor. Hayvan ile insan sadece akıl olarak değil edep olarak da birbirinden ayrılmaktadır.

Edep konuştuğun zaman dilini korumaktır; yalnız kaldığın zamanda kalbini korumaktır.
Edep dili tutmak, nefsi küçültmek ve kalbi korumaktır.
Utanmaktır edep, aklın bir yansıması belki de yüksek bir terbiye ama hiç kuşkusuz eğitimimizde en büyük öncelik olmalıdır. Bu yozlaşmış, saygının kalmadığı dünya da belki de anahtar kelimedir. Medeniyetin gerçek anlamı ve hatta tam karşılığıdır. En büyük kültürel miras hatta kültürün tam kendisidir.
Edep ile ilgili daha neler neler söylenmiştir. İşte bunlardan bir kaçı;
En güzel edep güzel ahlaktır. H.z Ali
İnsanlık adabını ilimden önce öğrenmek gerekir. İmam Malik
İnsana, faidesiz çok bilgiden ziyade, edep ve yüksek terbiye lazımdır. A.İbni Mübarek

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de edep hakkında bir çok Hadis-i Şerif bırakmıştır bize. Ve Kuran-ı Kerim'de bir çok ayet bulunmaktadır.
''Haya imandandır.'' Bizim en çok duyduğumuz belki de bildiğimiz bir Hadis-i Şeriftir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir çok sohbetinde hayanın önemine vurgu yapmıştır. Hatta bir keresinde İmanın yetmiş(ya da altmış) kadar daldan oluştuğu ve hayanında bu dallardan biri olduğunu buyurmuşlardır.




27 Aralık 2014 Cumartesi

YILBAŞI MI NOEL Mİ YOKSA İNGİLİZ HİNDİSİ Mİ





YILBAŞI MI NOEL Mİ YOKSA İNGİLİZ HİNDİSİ Mİ



Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadisinde ''Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır'' buyurmuşlardır. Toplumların kendilerine ait gelenek ve görenekleri vardır. Yıllar içinde değişen, gelişen ve başka yollara ayrılan adetleri mevcuttur. Hristiyanların kutladığı Noel,  Yılbaşı gibi bayramlarda zamanla Müslüman toplumlara da empoze edilmiştir.

Bu iki bayram sanki tüm dünyanın bir kutlaması olarak lanse edilmiştir. Noel'in aslında yılbaşı kutlamalarıyla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Noel aslında H.z İsa'nın doğumu olarak kabul edilen 25 Aralıkta hristiyanlarca kutlanan en önemli bayramlarından biridir. Ortodoks ve Katolik Hristiyanları her ne kadar bu tarih üzerinde anlaşamasalar bile genel kabul edilen görüş H.z. İsa'nın 25 Aralık günü doğduğunu düşünmektedir.

Evet H.z. İsa bizimde peygamberimizdir. Bizde O'nun peygamberliğini kabul ediyoruz. Ancak Hristiyanlar O'na farklı bir anlam ve görev yüklemişlerdir. H.z. İsa'yı töbe haşa Allah'ın oğlu olarak kabul etmektedirler.
İşte bu neden ile bizde onlara benzememek için bu tür kutlamalara katılmamalıyız. Aksi takdirde Hadis-i Şerif gayet açık '' Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır.''

Biz Noeli değil yılbaşını kutluyoruz diye düşünenlere gelincede. Yılbaşında süslediğiniz Çam ağacı ritüeli aslında bir Noel geleneği olduğunu bir çok kaynaktan öğrenebilirsiniz. Hatta daha da geriye gidersek Semavi Dinlerden önce pagan inançlarında Hristiyanların bu adetlerine rastlamak gayet mümkündür. Bir çok araştırmacıya göre Hristiyanlar dinlerine pagan sembollerini yerleştirerek dinlerine daha fazla katılımı amaçlamışlardır. Yılbaşı, noel kutlamalarının çok eski tarihlere dayanan, bu uygulamalara örnekler teşkil ettiği daha da önemlisi o günlerde yapılan ağaç süsleme, eğlenmenin aslında tamamen bir pagan sembolü olduğu söylenmektedir.

Hatta hindi kesmenin bile yılbaşı ve noel kutlamalarıyla bir ilgisinin olmadığı öne sürülmektedir. İngilizler Amerika kıtasını ilk işgal etmeye başladıklarında orada ki kızılderililere şükranlarını sunmak onlarla bir eğlence düzenlemek istediklerinde kıta da bulunan yabani hindileri keserlermiş. Hindi hem avlaması kolay hem de bol bulunduğundan dolayı her kutlamada mutlaka sofrada olurmuş. Zaman ile büyüklüğü ile bolluk ve bereketin sembolü haline gelmiş. Daha sonrasında git gide yılbaşı kutlamasında ki değişmez yerini almış.

''Sen onların milletlerine tabi olmadıkça yahudiler de hristiyanlar da senden asla hoşnut olmazlar.De ki: ''Herhalde yol Allah yoludur.''Şanım hakkı için sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, faraza onların arzularına uyacak olsan, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı bulunur.'' Bakara 120
Gayet açık ve net bir Ayet.
Evet bizler bugünlerde aslımızdan, neslimizden git gide kopuyoruz.
Evet biz kendi adet ve geleneklerimizden uzaklaşıyoruz.
Belki de git gide onlara benziyoruz.
Belki de paganlaşıyoruz.
Büyük bir tehlike var kapımızda...
Ayet ve Hadisler ile uyarıldık daha bir çok örneği var. Onlara başka toplumlara benzemenin bir müslüman için en büyük felaket olduğu ile ilgili.
Allah hakkımızda hayırlı olanı eylesin.

23 Aralık 2014 Salı

ESKİ ZAMAN



ESKİ ZAMAN



Bir kahvenin kırk yıl hatırı olurdu...
Peki şimdi moda hale gelen dürtmelerin RTlerin beğenmelerin ne kadar hatırı var.
İnsanlar artık birbirlerine çay kahve içmeye gelmiyor mu ?
Ya da geliyor da biz mi bilmiyoruz.

Günler vardı gerçi hala var teyzeler toplanıyor, her ay birinde...
Çocuklar sokaklarda oynarlardı cıvıl cıvıl dört bir yan...
Şimdi sokaklar boş ıssız ve sahipsiz kaldı.

Hatırlıyorum, eski mahallemde her akşam çocuklar toplanırdık. Saklambaç oynardık bazen gukalı saklambaç bazen yakan top ama genelde saklambaç...
Bahçelerde aileler sohbet ederlerdi her apartmanın bahçesinde banklar masalar sandalyeler olurdu. Evlerde demlenen çaylar eşlik ederdi koyu sohbete.
Ve tabi ki meyve ağaçları vardı. Kiraz,vişne ve elma ve daha başkaları...
Ağaca çıkan başka mahallenin çocuklarını kovalardık.

Mahallenin çocukları toplanır ve yolda maç yapardık. Bir başka tadı vardı o maçın ne halısaha ne çim saha bizim için değişilmezdi o yol üzerindeki maçlar. Bir başka tadı vardı orada koşmanın düşmenin ve o heyecanın. Parklar boş değildi o zaman bu kadar. Her akşam kalabalık olurdu masalarda çardaklarda boş yer bulmak tam bir sorun olurdu.

Arkadaşlar buluşur cafeye gitmezlerdi o zamanlar. Daha samimi daha içten ve belki paralarının yetmeyeceğinden dolayı parklarda buluşurlardı. Bir kola,kuruyemiş ve koyu bir sohbet. Bir köşe de kimseyi rahatsız etmeden belki de rahatsız edilen olarak geçen o sohbetler...
Uzun soluksuz ama bir o kadar da çabuk akardı zaman...
Daha bir samimiydi o zamanlar sanki insanlar.
Daha bir coşkuluydu o zaman çocuklar..

Her an bağlı olma derdi yoktu o zamanlar. Her an bir dürtme RT geldi mi var mı yok mu derdi yoktu. Sohbetler oyunlar hep yan yana olurdu o zamanlar...
Ve bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı o zamanlar..

20 Aralık 2014 Cumartesi

DAHA FARKLI BİR DÜNYA





DAHA FARKLI BİR DÜNYA


Bu dünya da herkes hata yapabilir. Hepimizin içimizde sakladığı kimseye söyleyemediği sırları vardır. Hep bizim ile olan hep bizim ile nefes alan sırlar...

Sonsuza kadar içimizde saklayacağımız, dostlarımız ile dertleşirken bile anlatamayacağımız sırlar. Onlar bizim özelimizdir ve içimizde saklı kalmasını bize özel olmasını isteriz. Çünkü hem böyle daha güvenli olur hemde daha özel.

Farklıdır insanlar farklıdır yaşamları hatta çevreleri bile farklıdır ne kadar aynı olsa da... En iyi dostu kişinin belki de aynada ki yansımasıdır. Gerçekten öyle mi? Yoksa öyle düşündüğümüzden midir bütün bu sırlar? Bu dünya da milyarlarca insan yaşıyor ve bir onun kaç katı kadar daha yaşadı yaşayacak. Bir o kadar daha sır gizem demek değil mi bu ? Hiç düşündünüz mü belki de dünyada ki bütün savaşların nedenidir bu sırlar.

Belki de Afrika'da ki aç çocukların açlıktan susuzluktan ölenlerin tek nedeni...

Belki de Filistin'de Suriye'de devam eden ve devam edecek olan savaşların tek nedeni...

Biz hatalarımızı, yanlışlarımızı ve kusurlarımızı kabullendiğimizde mi daha iyi bir dünya olacak. Yoksa bizler bunları saklayıp toprağın derinliklerine gömdüğümüzde mi?

Biz başkalarının da aynı şartlarda aynı koşullarda yaşamadığını öğrenince mi daha farklı olacak dünya...
Biz empati yapmayı öğrendiğimizde mi?

Özgürüz diye sokaklarda dolaşırken mi daha güzel bir dünya olacak ya da özgürlük kadar sorumluluğumuzun farkına vardığımızda mı?

Herkesin birbirinden farklı istekleri hayat tarzları ve zevkleri olduğunu anladığımızda mı daha farklı olacak her şey...

Sırların yine olduğu ama kimsenin sırrından korku duymadığı bir dünya da...
İki arkadaş arasında güzel bir anı gibi sırlar olduğunda...
Belki de küçük bir şaka olduğunda sırlar...
Ya da iki dostun arasında bir şifre olduğunda sırlar belki o zaman farklı olacak dünya...
Belki de yaşamın kendisinin bir sır olduğunu anladığımız da mı daha farklı olacak bir dünya...
Daha bir yaşanılası daha bir özgür ve daha bir bilinçli olacak dünya... Herksin birbirinden farklı olduğunu kabul ettiğinde ama herkesin birbirine sıcacık gülümseme ile baktığında bir dünya da...
Saklanılacak el altından saman altından yürütülecek hesapların olmadığı bir dünya da...
Her şeyin insanlar için olduğunu ama yine her şeyi bizlerin koruması gerektiğini fark ettiğimiz bir dünya da...

17 Aralık 2014 Çarşamba

HADİSLER İLE ÖLÇÜLÜ VE DENGELİ OLMAK




HADİSLER İLE ÖLÇÜLÜ VE DENGELİ OLMAK

Öncelikle burada yazdığım yazılarda herhangi bir kesimi hedef almak gibi bir gayem yoktur. Ya da herhangi bir cemaati, görüşü kötülemek için yazılmamıştır. Zaten ne bilgim olabilir ne de haddim. Bu kısa hatırlatmayı yaptıktan sonra yazıma başlayabilirim.

Peygamber Efendimizin(S.A.V.) bir hadisi ile devam edelim o zaman : "Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse ona yenik düşer. O halde orta yolu tutunuz,  en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun;  günün başlangıcından, sonundan ve bir miktarda geceden faydalanınız." Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet etmiş bu Kutsi hadisi. Aynı anlam ve içeriği taşıyan Buhârî'nin de hadisi mevcuttur: "Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah'a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız. "
Evet bu hadisler üzerine de anlaşılacağı üzere Islam bize orta yolu emretmektedir. Aşırılıktan kaçınmalı ve uzak durmalıyız. Bir takımın, bir partinin ya da bir görüşün aşırı derecede takipçisi olmamalıyız. Yaptıklarımızda ve davranışlarımızda aşırıya gitmemeliyiz.
Sıkı sıkıya bir düşünce ve gruba bağlı kalmak çoğu zaman bizi objektiflikten uzaklaştırmaktadır. Çünkü artık tarafsız düşünemeye biliriz. Bakış açımızı belli kalıplara sokmak veya başkalarının ya da başkasının tüm düşüncelerini kendimize empoze etmek bizleri kendimizden uzaklaştırmaktadır.
"Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir. "  Hadis-i Şerifte de buyurduğu gibi ölçülü olmak her zaman en güzel ve ideal olanıdır.
Ölçülü ve dengeli olmak ile ilgili kutsal kitabımız Kur'an ı Kerim de birçok âyet bulunmaktadır. Hadid Suresi, Rahman Sûresi ve En'am Suresinde olduğu gibi daha birçok ayette ölçülü olmanın önemi vurgulanmıştır.



13 Aralık 2014 Cumartesi

KÜÇÜK BİR ANI KALMIŞ AKLINDA...





KÜÇÜK BİR ANI KALMIŞ AKLINDA...



Küçük bir anı kalmış aklında...
Issız yollarda karanlık sokaklarda..
Çocuk neşesinden çok uzaklarda..
Küçük bir anı kalmış aklında...

Delice akan zamanda...
Durmayı bilmeyen hayatta..
Belki de tutulmayan sözlerde...
Küçük bir anı kalmış aklında...

Zamansız gelen haberde...
Habersiz giden dostlarda..
Kimsesiz yalnızlık zamanlarında...
Küçük bir anı kalmış aklında...

Yetişemediği çocukluğunda...
Büyüyemediği yetişkinliğinde...
Belki olamadığı insanda...
Küçük bir anı kalmış aklında...

12 Aralık 2014 Cuma

HAYAT ; EĞLENCE Mİ YOKSA İMTİHAN MI ?




İmtihan Dünyası
 

   Hayat, bir imtihan biz bunu bazen unutuyoruz. Ve herşey güllük gülistanlık olsun istiyoruz. Oysa Ayeti Kerime de ne demiş; "Biz gök ile yeri ve aralarındaki şeyleri, boş bir eğlence için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık. " Enbiya/16-17
   Ne kadar açık bir şekilde anlatmış bizlere Yarabbim. Herşey net ve kesin bu dünya bir imtihan yeri eğlence ve sefa sürme yeri değil.
   Bütün bu imtihanlara sıkıntılara göğüs gerip hamd ve şükür etmek gerekiyor. Elbette bizler kuluz ve her daim çeşitli sıkıntı ve dertleri çekeceğiz. Kimimiz hastalıktan kimimiz malından kimimiz evladından imtihana tabi tutulacak. Sabr edip şükür ve hamd etmeyi bilenlere ne büyük müjdeler var.
"Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri! " Bakara/155 Bakara süresinde de bir zat müjdelenmiş bu kişiler daha ne olsun.
   Evet dünya hayatının şaşalı gösterişli bir yanı da var. Evet dünya da herkes böyle dertlerle muzdarip değil belki. Ama unutmamak lazım herkesin kendisine göre bir sıkıntısı vardır. Hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir.
   Allah her kuluna kaldıra bileceği kadar dert verir. Her dağın karı farklıdır. Insanlar da huy, kişilik ve daha bir çok yönden birbirlerinden farklıdır. Bunu en iyi bilen de tabi ki Allah (c.c.) dir. Ve bizlere taşıyamayacağımız dert , imtihan vermez inşallah.

6 Aralık 2014 Cumartesi

DOST SOHBETİ


DOST SOHBETİ



   Dost sohbetindeyiz burada biz bize...
   Gönlümüzden geçenleri yazıyoruz
   Ama ezbere değil yazdığımız
   Önce konuyu bir araştırıyoruz
   Öyle göz ucuyla değil yazdığımız

   Havadan sudan olmaz pek yazdığımız
   Allah rızası tek amacımız
   Herşeyi bilmesekte öğrenmek isteğimiz.
   Bir dost sohbetindeyiz...
 
   Tek hobisi bu olan,
   Yanında bir sıcak çayı olan,
   Hep yüreklerde olan,
   Tek isteği Allah rızası olan.
 
 

3 Aralık 2014 Çarşamba

KUL HAKKI




KUL HAKKI 




   ''Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helallaşsın! Çünkü ahirette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevablarından alınır, sevabları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.''  Buhari
   Kul hakkı bize sıkı sıkıya yapışmış bir gömlek gibi...
   Zamanımızın en ağır yükü belki de...
   Bu dünya da helalleşilip halledilmesi gereken bir görev ve zorunluluk. Hadis-i Şerif'te de belirtildiği gibi ahirete bırakılması oldukça sıkıntılı.
   Bizler bu çağın koşullarında her daim bu büyük günaha açık bir şekilde yaşıyoruz.
   Kimimiz ticarette kimimiz bakkalda, markette kimimiz ise gıybette her daim kul hakkı yiyoruz belki de...
   Sanki hiç bitmeyecek bir dünyadayızda ve onun için birbirimiz hakkında atıp tutuyoruz. Diğerini kötülüyor ve ötekileştiriyoruz. Günahsız gibi herkesi münafık görüyoruz.
   Sokağa çıkmaya bir insan hemen büyük günah deryasına adımını atıyor sanki. Her köşe başında bir olay bir durum. Her evde bir dedikodu kazanı...
   Öylece akıp gidiyor işte zaman sanki sonsuz bir nehir gibi...
   Maddi manevi bir çok şekli var kul hakkının. Bazen bilmeden birisinin hakkına giriyoruz
   Bazen ise bilerek ve isteyerek bu yola giriyoruz.
   Affı biz aciz kullara bırakılmış. Bir Hadis-i Şerif'te '' Benim huzuruma ne ile gelirseniz gelin affederim ancak kul hakkı ile gelmeyin'' diye buyurulmuştur.
   Evet Kul hakkında, Allah insanların birbiriyle helalleşmesine bırakmıştır.
   Üç günlük bu dünya için değer mi bir kardeşimizin kalbini kırmaya onun hakkını gasp etmeye.
   Yaşadılar yaşıyoruz ve yaşayacaklar ama bu devran hep değişecek kimse kalıcı değil işte bu kimselere kalmayacak diyarda hak yememeye gayret göstermeliyiz.
 

28 Kasım 2014 Cuma

Çağımızın Sorunu; Fitne



Çağımızın Sorunu; Fitne



''Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen de koşandan hayırlıdır, evinizde oturun fitneye karışmayın.''   Ebu Davud


   Toplum olarak birbirimizden uzaklaşıyoruz. Bölünüyoruz ve parçalanıyoruz. İnsanlar öteki diye bir kelime türettiler ve her yerde herkese karşı kullanabiliyorlar. Onlar gibi düşünmeyen ve yaşamayan herkes için kullanabiliyorlar. Böylelikle parçalanmış yapımız daha da küçülüyor.
   İnsanlar ayrışmak için can atıyor belkide...
   Bir diğerinden kendisini üstün görmek için belkide...
   Ya da sadece öyle inanıp düşündüğü için böyle hareket ediyorlar. Ama sebebi ne olursa olsun hem kendilerine hemde içinde yaşadıkları topluma zarar veriyorlar. Daha farkında bile olmadan etrafları düşman doluyor.
   Korkuyorlar bu yüzden...
   Korkup sokağa çıkmak bile istemiyorlar...
   Çünkü onlara göre herkes öteki diğeri berisi...
   Bir fitnedir git gide yayılıyor toplumda sen farklısın sloganıyla...
   İnananlar hemen sokaklara dökülüyor, yağmalıyor, yakıp yıkıyor...
   Sanki farklı olmak çok önemli bir mevzu gibi ama asıl farkındalık bir olmakta bilmiyorlar.
   Ayrıştırmak için insanları , birbirine düşman etmek için her gün bir başka fitne yayılıyor etrafa bir başka leş kokusu sarıyor dünyayı...
   Kimse aklı selim düşünemiyor mu? Ya da düşünmek mi istemiyor?
   Sen alevi sen sünni sen türk sen kürt sen çağdaş sen gerici sen dinci sen sağcı sen solcu ve hep sen hep sen hep sen bir sonu yokmuş gibi geliyor değil mi ?
   Evet bir sonu yok çünkü fitne bu bugün buradan yakalar yakanı yarın başka yerden... Din kardeşisin diyorlar sonra birbirini asıp kesmeni istiyorlar... Aynı millettensin diyorlar sonra birbirine can düşmanı olmanı bekliyorlar... Aynı toprakların aynı coğrafyanın çocuğusun diyorlar ama hep birbirine ezdiriyorlar...
   Dört bir yanı sarmış fitne öylece dağılıyor.
   Hani rüzgar bile esmez olmuş yeter ki dursun diyor.
   Hani toprak artık her şeyi kapatır olmuş yeter ki bitsin diyor.
   Ama insanoğlu hep aynı tas aynı hamam
   Hiç akıllanmadan öylece şeytana uyuyor...
 
   Yazımıza başladığımız Hadis-i Şerifte fitne zamanında nasıl davranılması gerektiği ne kadarda açık bir şekilde anlatılmış değil mi ? Peki dinliyor muyuz? Sonu ne güzel evinizde oturun fitneye karışmayın...
   Bakara Suresi '' Onlar öyle sapıklar ki ,yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.'' diye tanımlamış. Kimleri mi diye soruyorsun işte orası çok acıklı kardeşim açıp oku...
   Hatta ne büyük örnek ve derstir bize Al-i İmran Suresinin 7. ayeti '' Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için ayetleri kendilerine göre yorumlar.'' Allah bizleri  böyle insanlardan muhafaza eylesin.
   Ve son örnek olarak vereceğimiz ayet '' Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lanet olsun'' Diyor YÜCE YARADAN Rad Suresi 25. ayette daha ne olsun... Bunca örnekten sonra hala devam edecek misin ? Hala fitne fesat yayacak mısın toplumda...
 

25 Kasım 2014 Salı

BÜYÜK ŞEHRİN KÜÇÜK ÇOCUKLARI





BÜYÜK ŞEHRİN KÜÇÜK ÇOCUKLARI



Büyük şehirlerin küçük çocukları...
Ayrıştırmanın içinde ki korkusuzlar...
Hep beraber yaşanacak bir dünya hayali...
İşte sokaklar işte sesler ve çocuklar...
Daha büyümemiş o hayalleri ile...
İyi kötü bilmeden koşuşturuyorlar...
Bugün saklambaç oynadığı arkadaşı...
Yarın belki can düşmanı...
Önemsemez ama asla bugünden yarını...
Çünkü onların ki masum bir bağ..
Yetişkinlerin büyüdükçe unuttukları...
Birbirlerine bağlanmış kardeş bağları,
Unutulmamalı geçmişleri, birlikleri,
Aynı düşmana karşı savaşları,
Sen farklısın diyenlere..
Sen ayrısın, diyenlere inat
Onlar bu savaşın bu çağın,
Belkide duyulmayan kahramanları...

20 Kasım 2014 Perşembe

KONUŞMAK; BELKİDE SADECE İTİRAZ




KONUŞMAK; BELKİDE SADECE İTİRAZ



   ''Akıllı konuşur, çünkü onun söylemek istedikleri var; aptal konuşur, zira kendinin bir şeyler söylemek mecburiyetinde olduğunu sanır.''
                                               PLATON

Herkes konuşuyor zaman konuşma çağı gibi...
Kimse geri kalmak istemiyor gibi...
Yeterli tek neden bir suni gündem başka bir duruma gerek yok gibi...
Bazıları muhalefet olmak için bazıları haklılığını ispatlamak için...
Kimisi var en tuhafı da onlar zaten daha neden konuştuğunu bilmiyor gibi...
Peki bu kadar gerekli mi? Herkes konuşmalı mı? Konuşmadan olmuyor mu?
Bu ülkede artık uzman kalmadı mı? Ya da uzmanlara güven mi kalmadı?
Belki de herkes artık her konuda uzman oldu da ben kaçırdım...

Bir Hadis-i Şerif şöyle buyuruyor:
''Susmak, hikmettir; fakat susan azdır.''
Ne kadar da önemli bir öğüt değil mi?
Hikmettir... Bu kadar açık ama susan...
Bir başka Hadis-i Şerifte:
''Amellerin en makbulü, dilini tutmaktır.'' diyor.
Daha ne istiyor insanlar bilmiyorum.

Çok konuşmak hep doğru konuşmak mı ?
Ne yazık ki değil hatta bir deyimimiz var bununla ilğili;
Laf kalabalığı etme diyoruz değil mi?
Burada taşıdığı anlam yalan söz değil biliyoruz...
Laf kalabalığı daha çok boş söz, gevezelik için kullanılmakta.

Özellikle son zamanlarda gündemde olan konular...
Laf olsun diye söylenmiş gibiler...
Biri bir kelam ediyor dinlemeye gerek bile görülmüyor...
Hemen arkasından yok efendim o aslında böyle...
Yok efendim biz daha yeni medeniyet olduk ki..
Muasır Medeniyetler seviyesine geldik mi? gelmedik mi?
Kimisi o kadar abartıyor ki sanıyorsun tarihte hiç yerimiz yok...

Bu kadar yeterli...
Sonra birisi çıkar arkadaş ne laf kalabalığı yapıyorsun der...
Bir başkası ne boş konuşuyorsun der...
Kimisi ise sen ne biliyorsun der...

O yüzden yeterli olsun. İyi günler...




18 Kasım 2014 Salı

NAMAZ KILMAK, ADEM OLMAKTIR



NAMAZ KILMAK, ADEM OLMAKTIR



   Namaz kılmak, Adem olmaktır. Ne kadar güzel ve anlamlı bir cümle. İlk insan olan H.z. Adem (a.s.) ' den dolayı insanlığa Ademoğulları diye hitap edilmektedir. Bu fotoğrafı bir kaç sene önce bir sosyal paylaşım sitesinde görmüş ve çok beğenmiştim. Ne kadarda doğru bir tespit değil mi?
 
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ne kadar güzel söylemiş aslında '' Herşeyin ilacı 'ZAMAN' diyenler, bir de bu kelimeyi tersten okumayı deneseler.'' Bizler her türlü sıkıntımıza derdimizi aslında Namaz ile çare bulabilecek onun ile huzur sağlayabilecek bir durumdayız. Ancak dermanı hep başka yerlerde arıyoruz ne kadar yazık.

 Namazın kıymet ve değerine anlayabilmek için Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şeriflerinden bir kaçını söyleyelim.
   '' Sizden biriniz kapısının önünden bir nehir geçer de her gün o nehirde beş kere yıkanırsa, ne dersiniz, onda kir diye bir şey kalır mı? ''-''İşte beş vakit namaz da bu nehir gibidir. Allahü Teala onlarla hata ve günahları yıkar, temizler'' buyurmuşlardır.
   ''Namaz Müminin nurudur.''
   ''Bir müslümanın evinde kıldığı namazı, evinin nurudur.''
   ''Evlerinizi namaz kılarak, Kuran okuyarak nurlandırınız.''
 
   Evet işte namaz kılmak bu kadar faziletli ve kıymetlidir. Namaz hakkında bir çok ayette mevcuttur. Kur'an-ı Kerim' de bir çok surede namaz ve faziletinden bahsedilmiştir.
 
   Namaz İslamın ikinci şartıdır. Müminin miracıdır. Peygamber Efendimizin bize miractan getirdiği hediyedir. İslamın, İmanın binasıdır namaz. Nasıl ki temelsiz bina olmaz Namazsız iman olmaz.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Yürekten Gelen


YÜREKTEN GELEN


Iki elim duaya açıldığında
Yüreğim dilime vurduğunda
Hep beraber cemaat olunduğunda
Yine bir olunsa dir olunsa...

Ne büyük umuttu
Cami yolunda yürümek

Allah yolunda atılır her adım
Düşünülmez başka adım.

Zikir olur dillerde
Dua olan yüreklerde
Coşkudur her yerde.

Koşarak gidelim
Huşu içinde dinleyelim
Belki bizde sahiplenelim
Bir kelamda öğrenelim.


DİNİN DİREĞİ NAMAZ




DİNİN DİREĞİ NAMAZ


   '' Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.'' Taberani.

   Bugünkü konumuz dinimizin direği, bel kemiği olan namaz. Ezan ile çağırır bizi yaradan huzuruna o kutsi ses ile bir davet gönderir, biz garip kullarına... Düşünün bir patronunuz veya bir büyüğünüz sizi çağırdığı zaman nasıl koşuyorsunuz huzuruna peki Alemlerin Rabbi'ne nasıl kayıtsız kalırsınız? O davet ki davetlerin en güzeli en kazançlısı ve bizler için en hayırlısı olandır. İşte bizler o davete tüm gönlümüzce iştirak etmeliyiz. O davette bir huzur bir ferahlık kapısı bekliyor bizi.

   Namazın önemine binaen bir çok hadis ve ayet vardır. Bu hadis ve ayetler bizlerin yol göstericisi olduğundan onları okumalı anlamalı ve uygulamalıyız. İşte bu yüzden hakiki bir mümin olarak 5 vakit namazımızı ihmal etmemeliyiz.

   Namazın önemine dair bir başka hadis ve ayet ile devam edecek olursak.

   '' Namaz, her hayrın, her iyiliğin anahtarıdır'' Taberani.
   İşte bu hadis Namazın dinde ki yeri ve önemi hakkında bir başka yol göstericidir.
 
   Ankebut Suresinin 45. ayetinde '' (Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.'' Ayeti bizlere namazın sadece tek başına bir ibadet olmadığını, Allah'ın yasakladığı diğer kötülük ve günahlara karşı deyimi yerindeyse bir engelleyici olduğunu gösteriyor.

   Namaz hakkında daha birçok hadis ve ayet mevcuttur. Namazın kıymeti sayfalar dolusu olarak anlatılsa bile yeterli olmaz.

   Namazda huzur bulur insan yeter ki ayette ki gibi dosdoğru kılsın. Namazına önem veren herkes görecektir ki kılınan her namaz onu daha çok kılacaktır insan...

   Dünya bir misafirhane biz ise yolcularız bugün geldik yarın gideceğiz... Kalıcı olmadığımız uğradığımız bir Misafirhane için bu kadar çalışır iken ebedi kalacağımız asıl vatanımız olan yere neden hazırlık yapmıyoruz.

***** ***** ****** ***** *****

Günler haftaları haftalar ayları kovalıyor
Yıllar sanki bir dere gibi öyle akıp geçiyor
Ömür sermayemiz her gün tükeniyor
Zamanda insanda yerinde durup beklemiyor

Yol gerek yolcuya durak vermeyecek
Aşk gerek bu dünyada bitmeyecek
Kavuşmak için HAKK'a bilmek gerek
Dünya sonsuza kadar dönmeyecek


NOT: Takip eden arkadaşların bilmesini gönülden arzu ederim ki bir hoca veya din konusunda çok bilgili biri değilim eğer bir kusurum olduysa affola.. Allah bizleri affetsin.

16 Kasım 2014 Pazar

SADECE YAZIYORUM



SADECE YAZIYORUM


Yazıyorum...
Neden yazdığımı umursamadan... Çünkü sadece içimden geldiği için yazıyorum. Bugün yazabilirim yarın yazabilirim ama sonra... İşte bunun cevabını veremiyorum.Bir lütuf mu bilmiyorum tek bildiğim yazmayı seviyorum. Hiç okunmasa bile umursamadan yazıyorum çünkü ben herşeyden ve herkesten önce kendim için yazıyorum.

Yazmak bir ödül mü yoksa ceza mı? Ödül ise ne olacak ki zaten işimde yazmak değil ki... Ne bir yazarım ne bir şair gazeteci hiç değilim zaten... Anlatmak için yazıyorum bazen ama o kadar anlatıyorum ki ben bile unutuyorum... Geceleri yazıyorum tabi ki de kağıda kaleme değil zihnime yazıyorum ve çoğu zaman sabaha bile ulaşamıyorlar... İşte o kadar yazabiliyorum gerisini siz düşünün.

Bu kadar yanlışın içinde yine de yazıyorum. Doğrunun olduğunu düşünmek için ve doğruları görmek için... Görmesek bile en azından biliriz orada olduğunu... İşte bazen bundan yazdığımı fark ediyorum sadece bir anlığına. Ve sonra yeniden ne olacak ki ne değişecek ki diyorum.

Yazmak dediğin nedir ki... Sonuçta herkes yazabilir bunu biliyorum. İki kelime üç cümle bir bakmışsın bir metin... Unutmamak için yazanlar bile varmış... Bazıları ise tarihi anlatmak için yazarmış ama yalan ama doğru pek umursamadan.

Bazıları dünya üzerinde çok acı var diyorlar.
Evet var yok diyen olmaz ki zaten...
Çık o sırça köşkünden bir sokağa dolaş tüm diyarı bulabilir misin acaba dertsiz bir tek insan? Cevabı biliyoruz değil mi ? Sonuçta imtihan dünyası dertsiz tasasız olur mu hiç. Dertleneceksin ki sevinmenin kıymetini bilesin. Sevinecek ve şükredeceksin dua edeceksin ...
Nasıl sağlığından olduğundan kıymetini biliyorsan dilin duasız kaldığında da bilir kıymetini...



TÜRKLERİN ATALARI VE LANETLİ YAHUDİLER




TÜRKLERİN ATALARI VE LANETLİ YAHUDİLER

   İnsanlık belki onunla başlamadı ama onunla devam etti. Evet kimden bahsettiğimizi anladınız H.z. Nuh. Büyük Tufandan sonra yeryüzüne dağılan h.z. Nuh'un oğulları ve gemisinde ki diğer insanlar toplumları yeniden oluşturmuşlardır. H.z. Nuh'un 3 oğlu yeryüzüne yayılmıştır bunlar; Yafes, Ham ve Sam'dır.
  
   Bizim bu yazıda üstünde duracağımız Yafes'tir. Çünkü Yafes birçok kaynakta Türklerin Atası kabul edilmektedir. Yafes'in kimi kaynakta yedi kimi kaynakta ise sekiz oğlu olduğu bildirilmiştir.
Bunlar; Magog, Gomar, Madai, Meşeç (Meshech), Tiras, Tuval (Tubal) ve Yavan'dır. Sekiz olarak geçen kaynaklarda ise bunlara ek olarak Turk (Türük-Török) adında bir oğlu olduğundan daha bahsedilir.

   Yedi oğlu olduğunu savunan kaynaklara göre Türkler; Gomar'ın oğlu Togarmi'den gelmektedirler. Togarmi'nin on oğlu olduğu ve bunların Kafkasya, Orta Asya, Sibirya, Balkanlar, Anadolu'ya kadar dağıldıklarından bahsedilmektedir. Bunlardan Sümer, Gog, Gur, Guz. Magog, Oğuz, Macar hakları oluştuğu kaynaklarda anlatılmaktadır. 
   
   Yafes'in sekiz oğlu olduğunu savunan kaynaklar; Turk adında ki oğlunun Türklerin atası olduğunu vurgularlar. Turk Yafes'in en küçük oğludur. İçlerinde en güçlü ve ahlaklı olan oğlununda Turk Han olduğu anlatılmaktadır.

   Bilim çevrelerince Yafes'in yedi oğlu olduğu ve Türklerin Gomar'ın oğlu Togarmiden geldiği kabul edilmektedir. Bu kaynağı bazı bilim adamları da doğrulamaktadır.

   Tabi bütün bunlara rağmen H.z. Nuh'un gemisinde bulunan diğer insanlar dikkate alınmamışlardır. Bu durumda kaynakların ne kadar güvenilir olduğu tartışılmaktadır.

   Tevratta geçen bir olaya göre H.z. Nuh bir olaydan ötürü oğlu Ham'a beddua eder. Ham'a bedduası diğer iki oğluna dua olarak döner. Ham'a ; Allah, Yafes'e genişlik versin Şam'ın çadırlarında otursun diye, Sam içinde Ham sana kul olsun Sam'ın soyundan Allah dostları gelsin Allah onun soyunu yükseltsin diye Sam'a da dua ettiği söylenmektedir.

   H.z. Nuh'un bu dua ve beddualarının tuttuğu Türklerin 600 Yıllık süren hakimiyetlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Sam soyundan da H.z. İbrahim'in geldiği ve hemen hemen bütün peygamberin Sam soyundan geldiği bildirilmektedir.

  Yahudilerin önce Mısır'da yaşadıkları esaret ve zulüm sonrasında Nazilerin zulmü ve soykırımı ile son olarak Avrupa'da lanetlenen ırk olarak Filistin'e sürgün edilmeleri bu bedduanın tuttuğu konusunda delil olarak gösterilmiştir.


  

15 Kasım 2014 Cumartesi

GIYBET VE KUSUR ÖRTMEK


GIYBET VE KUSUR ÖRTMEK

ALLAH, gördüğü halde insanların ayıbını gizler. İnsan, görmediği halde yaygara koparır. 
Sadi Şirâzi

Sâdi Şirâzi'nin yukarıda ki sözü ne kadar da anlamlı ve değerli.  Insanlar birbirinin ayıbını kusurunu aradığı böyle bir zamanda bizlere ders niteliğinde bir öğüt. Evet bizler çok değiştik komşumuzun arkadaşlarımızın kusurlarını örten saklayan bizler şimdi onları araştırıp gün yüzüne çıkartmak için ayrı bir enerji harcıyoruz. 

RESULULLAH (S.A.V.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Her kim bir Müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, ALLAH'u TEÂLÂ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği birşeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; ALLAH da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir. "(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Tirmizî, Birr ve Sıla, 85)
Ne güzel ne müjdeleyici bir hadis. Düşünün bir hem müslüman bir kardeşinizin ayıplarını örtüp ona faydanız dokunuyor hem de Allah'u Teâlâ sizin ayıplarınızı kıyamet günü örtüp gizliyor ne büyük nimet. Peki bu kadar mı hayır "Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir. " diyor siz düşünün altında yatan o ince ve huzur verici anlamı. 
Peki tersi durumunda ALLAH'u TEÂLA nasılda bizleri cezalandırıyor değil mi kim ister bunu kim razı gelir bu duruma o yüzden de yapmayın ey ehli müslüman kardeşlerim başkalarının kusurları ile uğraşmayın. 
Sadece kusurlarını mı ortaya çıkartıp rezil ediyoruz bir Müslüman kardeşimizin Hayır onun hakkında aynı zamanda bir de gıybet ediyoruz ne kadar vahim ne kadar zor bir duruma düşürüyorsunuz kendinizi siz düşünün. 

Gıybet hakkında ne diyor kutsal kitabımız Kur'an ı Kerim;
Hucurat/12:"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Işte bundan tiksindiniz O halde ALLAH'tan korkun. Şüphesiz ALLAH, tevbeyi çok kabul edendir, cok merhamet edendir. "
Ve daha bunun gibi nice âyet ve hadisler var. O zaman neden benim müslüman kardeşim bile bile günah işliyorsun. 

ALLAH hepimizin yar ve yardımcısı olsun bizleri günahlarından uzaklaştırsın ve bizleri göz açıp kapatıncaya kadar bile bizi bize bırakmasın. 

14 Kasım 2014 Cuma

GÖRÜNMEZ GERÇEK: TÜRK PİRAMİTLERİ

TÜRK PİRAMİTLERİ 


   Bugün artık duymayan kalmamıştır Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Türk Piramitlerini. Xian şehrine 100 km uzaklıkta bulunan bu 100 adet irili ufaklı Piramit uzun süre boyunca Çin devleti tarafından gizlenmistir. 
   Beyaz Piramit 300 m boyu ile bölgede ki en büyük piramittir. Beyaz Piramit ilk olarak Çin e yardım malzemesi götüren bir uçak tarafından görülmüştür. 1957 yılında ilgili görüntüye ait resimler Life dergisinde yayınlanmıştır.
   Bölgeye 1994 yılında Piramitleri araştırmak için Alman bilim adamı Hartwig Hausdorf bir keşif gezisi düzenlemiştir. Hausdorf kendi koleksiyonuna ait olan bir kaç resmin yayınlanmasına izin vermiştir. 
  Daha sonraları bölgeye giden Türk araştırmacılar kısıtlı imkanlar ile çeşitli ve sınırlı araştırmalar yapmışlardır. Türk bilim adamı Kazım Mirşan Piramitleri ve içindeki yazıları araştırması sonucunda Piramitlerin Ön-Türk Medeniyetlerinden birine ait olduğunu tespit etmiştir. 
   Piramitlerin Mısırda ki piramitlerden daha eski olduğu ve en erken M.Ö 2500 yılında yapıldığı tespit edilmiştir. Mısırda bulunan Piramitlere göre daha büyük ve yüksek olan bu piramitlerinde içinde Mumyalar bulunmuştur. Mumyalama yöntemi olarak Mısır'da ki yöntemlerden daha farklı ve gelişmiş bir teknik kullanılmıştır. 
   Öncelikle Çin'in Piramitlerin bulunduğu bölgeyi yasak bölge ilan etmesi ve araştırılmasına izin vermemesi akıllarda birçok soru işaretine neden olmuştur.  Bunlardan ilki Çin yer altında bulunan madenler için bölgeyi kamuoyuna kapatmıştır.  Çünkü araştırmacılar yeraltı madenlerinin Piramitlere zarar vereceğini söyleyip belgeleyip bunları dünya mirasına alarak araştırabilir. Çin'de bu durumda büyük zarar elde edeceğini düşünülüyor. 
   Ikinci neden olarak Piramitlerin içinde bulunan yazıların incelenmesi sonucunda bilinen Dünya ve Türk tarihinin tamamen değişmesi söz konusu olacağının düşünülmesi. Bu nedenle Çin ile beraber başka ülkelerde bu Piramitlerin saklı kalmasını ve araştırılmasını istememektedir.
   Tüm bunların doğruluğu tartışılsa bile fotoğraflar ve Çin'in bölgeyi yasaklanması bir gerçektir. Piramitler bulunmaktadır. Mumyalama yönteminin Mısırlılara Türklerden gittiği düşünülmektedir. 
   Mısırda ki piramitlerde ki bazı yazıların Türk Piramitlerinde bulunan yazılar ile aynı olması nedeniyle yazınında Türklerden Mısırlılara aktarıldığı düşünülmektedir. 
   Ön-Türk Uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısıra M.Ö 3000 Yıllarda Doğu Anadolu'dan Isub-Ög yazısının gittiği tespit edilmiştir.  
   
   

ÖZÜR DİLEMEK



BİR ERDEM OLARAK: ÖZÜR DİLEMEK


  Özür dilemek... Toplumsal bir erdem olarak görülen ve hata yapan insanların yanlışlarının affını dilemesi olarak görülen bir söz öbeğidir. Özrünü ileri sürerek yapılması kendisinden istenen işi yapmamak, bundan bağışlanmasını istemek anlamlarına da gelen bu söz öbeği günümüzde olgun, erdemli ve uygar insanın yaptığı hataları kabul ederek karşı taraftan affını dilemesi olarak daha çok kullanılmaktadır.
  İnsanların yaptığı veya yapacağı hataları bilmeleri onları kabul etmeleri oldukça önemli bir erdemdir. Kusuru genelde karşı tarafta arayan insanlar kendi hatalarının üstünü kapatıp sanki kendilerinin hiç suçu yokmuş gibi davranırlar. Böyle kişilerle anlaşabilmek artık günümüzün bireyselleşen toplumunda oldukça zordur. Çünkü birçok kişi artık olaylara bireysel bakmakta ve kendi başarılarını kendi yaşamının düşünmektedir. Bu da insanları ayrıştıran bir etken olarak özür dilemeyi veya o özrü tam anlamıyla kabul etmeyi güç bir duruma sokmuştur. 
   Medenileşen ve gelişen toplumlarda oldukça önemli bir yeri olan ''Özür dilerim'' kelimesinin gerçekten insanlar arasında ki bağı kuvvetlendirdiği gözlemlenmiştir. Dinimizde de özür dilemek ve dilenen özrü kabuluyle ilğili bir çok hadis bulunmaktadır. ''Müslüman kardeşinin özrünü kabul etmemek günahtır.'' ( Ebu Davud)  ve ''Özrü kabul etmeyen, özür dileyenin günahını kabul etmiş olur.''(İbni Mace) bu iki hadis bile dinimizde özre bakışı gayet açık olarak ifade etmektedir.
   Sıgmund Freud'un da dediği gibi; Özür dilemek, sizin haksız olduğunuz manasına gelmez.Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin; egonuzdan yüksek olduğunu gösterir. Her özür illa ki haksızım demek değildir, bazen orta yolu bulmak ve karşılık anlaşmak için bazen ise karşıda ki arkadaşımızı kayıp etmemek için özür dileriz.
   Devletler ise yaptıkları katliam, soykırım gibi olaylar sonucu özür dilerler. Örneğin Almanya'nın yahudi soykırımı sonrasında özür dilemesi, Hollanda'nın 2.Dünya Savaşında haksızlık yaptığını itiraf ettiği yahudi, çingene ve Endonezyalılardan özür dilemesi, Kanada ve ABD'nin Kızılderililerden özür dilemesi ve tabi ülkemizde R.Tayyip Erdoğan'ın Dersim katliamından dolayı özür dilemesi. 
   Tabi bu durumların zıttı da görülmektedir ve en büyük örneği İsrail'in Filistin de yaptığı soykırım suçunu kabul etmeyerek zulmüne devam etmesi, Myanbar da müslümanlara yapılan zulme soykırıma karşı özür dilenmemesi hatta engellenmemesi, Hindistan'da yine müslümanlara karşı yapılan zulmün göz ardı edilmesi gibi ve son zamanlarda Çin'in Uygur Türklerine karşı uyguladığı şiddet soykırımdan dolayı özür dilememesi gibi örnekleri vardır.
   Ülkemizde bu zıt duruma örnek teşkil eden bir örnekte buğünlerde gündem de CHP'nin Dersim  olaylarından dolayı bir Milletvekili özür dilerken bir diğerinin çıkıp özür dilenecek birşey yok demesi. 
   Evet dünya oldukça fazla savaş, zalimlik, soykırım örnekleri görmüştür ve görmeye de devam edecek gibi Allah bizlerin yar ve yardımcısı olsun.
  

12 Kasım 2014 Çarşamba

Başlangıç




HOŞGELDİM

   Bloğumun buğün ilk günü ben bir yazar değilim bilgili veya bir konuda uzman hiç değilim sadece yazmayı sevdiğim için bu blogu kurdum okunur okunmaz tutar tutmaz pekte ilgi alanıma girmiyor açıkçası.
   Blogta neler olacağına gelince o gün veya o an aklıma ne gelirse onu yazacağım bu bir şiir olabileceği gibi güncel bir olay veya dini bir iki kelimeden oluşmuş bir okuma aperatifi olabilir. Burada aperatif kelimesini kasti olarak kullanıyorum ki sizlerin yüksek beklentilerinin çıtası belli olsun yani burada bulacaklarınız sadece yemek öncesi atıştırmalık olarak önünüze gelen yiyecekler misali olacak.
   Sizlerde konuşulmasını yazılmasını istediğiniz bir konuda hakkında veya yayınlanmasını istediğiniz bir yazınızı bize ileterek blogumuzda paylaşılmasını sağlayabilirsiniz. 
   Dinden ekonomiye eğlenceden spora kadar birçok konu hakkında yazı bulacaksınız belki de bu blogta ama en fazla okuyacağınız tür deneme yazıları olacak belli fikirler hakkında oluşturulmuş kısa metinler.
   Bu yazımızda bu kadar yeterli tekrardan Hoşgeldiniz ve Hoşgeldim :)