İzleyiciler

13 Aralık 2016 Salı

Çocuk Kalabilseydin Keşke Dünya...



Hepimiz çocuk olduk. O zamanlardan heveslenip bir gün büyümeyi bir abi bir ebeveyn olmayı düşündük hep, hatta bu oyunlarımıza bile yansımıştı. Baba anne olur öyle büyütürdük çocukları. Kimi zaman yemekler kimi zaman çaylar yapılırdı oyuncaklar da ve her zaman ikram edilirdi tüm ev halkına hatta sadece ev halkına değil komşulara,  dostlara,  mahallede ki büyüklere...

İşte bizler böyle büyüdük o sıcacık mahallelerde her günümüz bir oyun her günümüz bir yaramazlıkla geçmişti. Çocuktuk ama yine de kendimizi büyük görüp öyle severdik küçüklerimizi. Öyle korurduk biz onları bir abi bir kardeş gibi sahip çıkardık mahallemizde ki her bebeğe, yavruya, kardeşe ...

Büyüdükçe keşke yeniden çocuk olsaydık diye çokta hayıflanmışızdır. Bir özenti oluşmuştur bizler de artık kendimizden küçüklere karşı. Dertsiz tasasız, hayat onlara güzel demişizdir. Dünya sadece o saf o temiz bebek ve çocuklara iyi, yaşanılacak bir yermiş gibi düşünmüşüzdür. Bir heves kalmıştır hatta hepimizin yüreğinde, saklı bir yerinde, o güzel günlere ilişkin...

Ama bugünlerde bu dünyanın içinden geçtiği bu zalim zamanda artık bırakın çocuk olmak çocuk olabilmeyi bile düşünmek korkutuyor insanı. Savaşlar ve bu savaşlarda ölen o masumlar.

Sadece savaşlarda değil artık her köşe başına gizlenmiş adeta sizi bekleyen daha doğrusu masum yavrularınızı bekleyen dünyanın korkunç gerçekleri. Hiç ummadığınız bir anda hiç beklemediğiniz insanlardan ve bilmediğiniz o kötü sebeplerden ötürü bir çocuk daha hatta sizin çocuğunuz daha zarar görebiliyor. Aslında dünyanın bütün çocukları bizlerin geleceği, bugünlerde onlara bırakabildiğimiz ise sadece kötü bir anı...

Evet artık kendimi çocuk olarak düşünemiyorum... Korkuyorum, saklanmak istiyorum. Irmak geliyor aklıma, Ümran geliyor hemen yanı başıma ve Aylan hala fotoğrafı hafızamda...

Çocuk olmak mı kötü ? Yoksa çocuk kalamayan bu dünya da çocukları koruyamamak mı ? Bu kararı siz verin artık...


27 Kasım 2016 Pazar

Aslında değişen tek şey insanın kendi iç dünyası...


İnsanların çoğuna sorduğunuz zaman size büyük bir bilgelik ile dünyanın değiştiğini söyleyecektir. 

Hayatın artık çok daha hızlı aktığından,  insanların çok daha fazla seçenekleri olduğunu anlatacaktır.
Dünya gittikçe daha da anlaşılmaz oldu derler. Sonsuz gibi akıp giden zaman diliminde dünya insanı çok daha fazla yormaya başladı fikrini sizlere dikta edeceklerdir.

Ancak değişenin dünya değil insanlar olduğunu hiç mi hiç fark edemeyecekler. 

İnsanların sebep olduğu onca sorunu görmezden gelecekler. 

Savaşlar, yıkımlar sanki hiç yaşanmamış gibi belki de konuşacaklar.

Ve tüm bu olanlar için değişen zamanı ve dünyayı suçlayacaklar.

Evet ne yazık ki körelen sadece duygularımız ve bakışımız değil aynı zamanda dünyadan ders çıkarmamız tarihi anlamamız da daha da köreldi.

Bugünün dünyasında yaşanan tüm bu savaşların tek sorumlusu aç gözlü, bencil ve hırsına yenik düşen insanlar olduğunu unutup, masumu suçlu gaddar olanı günahsız ilan ettik. 

Bizim gibi davranan ama bizden olmayana sonsuz saygı duyarken içimizde ki iyiye hep haksızlık ettik onu zamanla yok edip toprağa gömdük.

Evet değişen ne dünya ne zaman ne de insanlar... 

Aslında değişen tek şey insanın kendi iç dünyası...

4 Kasım 2016 Cuma

ASLINDA KİMSE SİZDEN DAHA İYİ DEĞİL...




Dünü bugünü ve yarını hep bir keşmekeş içinde geçiriyoruz. Ve hiçbir şey belli bir sonuca ulaşamadan yarım kalıyor öylece içimizde. Evet aslında bizler farkına bile varmadan gelip geçen bu hayatta her şey belli bir düzende olması gerekirken bizler adeta düzensizliğe davet çıkartıp herşeyi bir karışıklık içinde yaşıyoruz.

Anlamsız hayatlar böyle vücut buluyor bu dünya da... Sorgusuzluk içinde yaşayan insanlar düşünmeyi, hatırlamayı, toplumsal hafızasını bir kenara bırakıyor ve tarih bir kez daha tozlu sayfalarında böyle yitip gidiyor. Hatta adeta ellerimizden kayarak belki de bize ait her şeyi alıp götürüyor.

Geçmişe aslında bir göz atıversek çözeceğiz hemen olayı, farkına varacağız bu dünyada işleyişin nasıl olduğunu... Kimlerin, ne kadar büyük çıkarlar peşinde olduğunu belki de o zaman anlayacağız. Kayıp olan tarihler belki de bize şu an bildiğimiz tarihten bile daha çok dersler verecekler tabi onları bulmamıza, öğrenmemize müsaade edilirse. Sadece başkalarıda değil bu konuda suçlu olan aslında bizlerde hatalıyız. Sorgulamayı öğrenmeyi bir kenara bıraktık yıllar yıllar önce ve önümüze gelen hazır yemeğe hiç emek harcamadan oturduk. Anlattılar doğrusu yanlışı bizlerde sadece dinledik tartmadan, ölçmeden, değerlendirmeden...

Altın tepsilerde önümüze sunulan fırsatlar aslında boyunlarımıza ilmek geçirmek için bizlere oyalamak üzere oluşturulan sadece küçük birer oyunlardı. Farkına varamadık ya da farkına varanlarında işlerine, çıkarlarına uymadığından ses etmediği bu ilmek zamanla daha da sıkılaştı ve bizleri, dünyayı daha da yaşanmaz hale getirdi. Aç gözlülük, o bitmek bilmeyen o tükenmek bilmeyen hırslar ve hep kazanma istediği daha da fazla kazanma isteği, sonucunun ne olduğu önemsiz olan, nelerden feragat edildiği önemsiz, o kazanma arzusu... İşte bütün bunlar daha da bir yaşlandırdı, toprağı, havayı ve tabi dünyayı...

Uyumanın aferin aldığı, uyanmanın suç sayıldığı bu dünya da artık belkide gerçeklerle karşı karşıya gelmenin zamanı gelmiştir. Artık bu topraklarda, mazlumların olduğu diyarlarda bizlerin bazı oyunları görmesinin zamanı gelmiştir. Ne dersiniz olmaz mı ?

&&&&&&&&&&&&&&

Yıl 1989...

Bombalar gökyüzünden düşüyor. Masum insanlar, sivil hak üzerilerine yağan bu ağır bombardıman da can veriyor. Sebepsiz nedensiz yere her yer kan gölüne dönüyor. 

Aslında uzun bir geçmişi vardı bu savaşın. Çok daha öncelerde başlamıştı.

Farkındaydı Dünya o günlerden atılmıştı bu yeni düzenin ilk adımları. Şirketler kendi çıkarları uğruna bir çok insanın ölmesini hiçe sayıyordu. Yukarıda da söylediğimiz gibi önemli olan nelerden feragat edildiği nelerden vazgeçildiği değildi önemli olan kazanmaktı...

Küçük bir ülkenin belki de en büyük dersiydi bu. Sadece onlarında değil tüm dünyanın alması gereken bir dersti belki de. İşte diyordu eğer uymazsanız eğer dinlemezseniz size de olacağı buydu.
Ya bizim çıkarlarımız için size sunduklarımıza razı olacaksınız ya da sizlerde böyle sudan sebeplerden yok olacaksınız diye açık açık ilan ediliyordu.

Ne kadarda benzer değil mi bu tarihte yaşananlar bu sayfalardan daha önce bahsettiğimiz Irak işgaline. Ne kadarda paralellik gösteriyor.

Şaşırdınız mı ?

Yok yok şaşırmayın hatta benden size küçük bir öneri,

Yağmur Ormanlarını,
Ekvatoru,
İran Şahını,
S.Arabistanın büyük atılımını, işte tüm bunları derinlemesine bir araştırın sorgulayın kimlerin ne kadar kazançlı çıktığına gerçekten çok şaşıracaksınız.

11 Eylül 2016 Pazar

BİR KISSADAN HİSSE


Hacı Bayram-ı Veli Hz.'lerinin müritlerini kurban ediş sınavını hemen hemen hepimiz duymuşuzdur.

Sultan II. Murat Hacı Bayram-ı Veli Hz.'lerinin öğrencilerinin sadece ilim ile meşgul olmasını istediğinden onları vergi ve askerlikten muaf tutulduğuna dair bir ferman yayınlamıştır. Bunu duyan bir çok kişi Allah rızası için değilde sadece şahsi çıkarları için gelip Hacı Bayram-ı Veli Hz.'lerine öğrenci olmaya başladılar. Bu durum zamanla Ankara civarında toplanan vergide büyük düşeşe sebebiyet vermiştir. Gelir azalmasıyla beraber Ankara'yı yönetmede bir takım mali problemler ortaya çıktı ve askeri düzen bozuldu. Bunun üzerine Sultan Hacı Bayram-ı Veli Hz.'lerinden öğrencilerinin bir listesini istemek durumunda kaldı.

Hacı Bayram-ı Veli de öğrencilerinden bugünkü Kanlıgöl'de toplanmalarını istedi ve orada büyük bir çadır kurdurmuştu. Herkes nasıl bir imtihandan geçeceklerini merak içerisinde beklerken Hacı Bayram-ı Veli öğrencilerine;

"Beni seviyor musunuz?"

Kalabalık hep bir ağızdan karşılık verdi:

"Elbette seviyoruz."

"Bana yürekten bağlı mısınız? İstesem benim için canınızı verir misiniz?"

Kalabalık cevap verdi:

"Canımız senin yoluna feda olsun..."

Hacı Bayram Veli bunun üzerine "Öyleyse bugün benimle beraber olanlar şu çadırın içinde kurban edilerek bağlılıklarını gösterecekler. Şimdi sırayla buyrun çadıra.." dedi.

Kalabalıktan bir kişi çıktı. Hacı Bayram onu çadıra aldı. Çadırda önceden hazırlattığı koyunlardan birini kestirerek, kanını çadırdan dışarıya akıttırdı.

Bunu gören binlerce mürit çadıra giren adamın gerçekten kurban edildiğini sanarak ürperdiler.

Hacı Bayram dışarı çıktı, "Bir kişi daha gelsin" dedi. Bir adam daha çıktı. Onu da çadıra alıp aynı işlemi yaptı.

Sonra dışarı çıktı ve bir kişi daha istedi. İşin şakayla gelir yanı yoktu. Çadıra giren bir daha çıkmıyordu.. Kendi arasında mırıldanan halkın sesi ile meydan kaynıyordu. Yine de bir hanım ileri çıktı. Hacı Bayram onu da çadıra aldı. Aynı olay tekrarlandı.

Dördüncü defa Hacı Bayram kurbanlık isteyince herkes "Bu adam delirmiş.. Canımıza kastı var.. Aman kaçıp kendinizi kurtarın.. Yazıklar olsun.. Müridin olmaz olaydık.." diye kaçışarak meydanı tamamen boşalttı.. Etrafta kimse kalmadı..

Bunun üzerine Hacı Bayram Veli Hazretleri hükümdara kaç müridi olduğunu yazılı olarak bildirdi:

"Sultanım, vergiden affedilmek üzere bana samimiyetle bağlı gerçek müritlerim iki er kişi ile bir hatun kişiden ibaret üç kişidir."

*****

İnsanların niyet ve hakkaniyet açısından duruşu bakımından çok önemli bir örnektir yukarıda ki kıssa.  Bu kıssa Türkiye'nin son günlerde içinden geçtiği durumunda adeta birebir kopyası gibidir.

Öncelikle 15 Temmuz darbe girişimi sırasında hem ülkemizde bazı hain çevrelerin bekleyip sonuça göre tepki vermesi hem de yurtdışında ki sözde müttefiklerimizin gecikmeli gelen darbe karşıtı söylemleri...

Sonuç ;Türkiye bir hain girişinden sonrada daha da güçlenerek yeniden arenaya çıkmıştır. Ülkemizde birlik beraberlik daha sağlam temeller ile kurulmuştur. Halk hem demokrasisine hem hükümetine hem de toprağına kanının son damlasına kadar sahip çıkacağını tüm Dünyaya adeta bağırarak ilan etmiştir.  Sonuça göre değil inancına göre hareket ettiğini hain odakların adeta gözünü sokup beyinlerine kazımıştır.

Evet tüm bu desteği arkasına alan devletimiz önce içeride büyük bir temizliğe girişmiştir. Kamu kurumları, devlet kademeleri, terör yuvaları ve daha bir çok alan teröristlerden temizlenmiştir. Ce sonrasında da Hacı Bektaş Veli'nin çadırına giren o inançlı, o gönülden bağlı insanlar gibi gerçek vatan aşıkları, devlet sevdalısı ordusu ile Sınırdışı bir operasyon başlatmıştır.

Koalisyon güçlerinin yıllarca yapamadığını sadece 2 haftada gerçekleştirip tüm dünyaya gücü konusunda da garanti vermiştir. Evet biz ki yeni bir darbe girişiminden çıktık,  biz ki bütün kurumlarımızda bir temizlik başlattık ama yine de bu şanlı ordu gerekeni yapacaktır. Ülkemizin,  Nato 'nun sınırları teröristlerden temizlenmiştir.

Türk Ordusunun prestij kayıp ettiğini düşünenler, TSK 'nin gücü konusunda yanılgıya düşenler artık bu operasyondan bir ders çıkarırlar.  Bizler vatanımıza, birbirimize böyle inançla bağlı olduktan sonra kimse bizim huzurumuzu bozamayacaktır.


8 Eylül 2016 Perşembe

UZUN BİR ARA VE UZUN BİR ZAMAN





Uzun zaman oldu bloggerlar burada birşeryler yazıp paylaşmayalı....
Bilmiyorum artık özlediniz mi özlemediniz mi merak ettiniz mi etmediniz mi ama ben bu zamanı biraz böyle geçirmek istedim. Hem ruhumun hem aklımın hemde bedenimin buna ihtiyacı vardı.

Öncelikle bu zaman içerisinde ülkemin içinden geçmiş olduğu bu zor günlerde inanın bana birşeyler yazıp paylaşmak içimden gelmiyordu.

Evet yakında yeni yazı ve yeni şiirlerimle siziinle yeniden buluşacağız. Farkındayım bu arada sizlerin bloglarınıda çok ihmal ettim. Ama söz veriyorum bunu da en kısa zamanda gidereceğim.

Yeniden görüşmek dileğiyle...

26 Temmuz 2016 Salı

TATBİKE ZOR LAFA KOLAY SÖZ, LİYAKAT


Toplumsal İnovasyon ve Liyakat Kavramı

Son zamanlarda çok fazla duyduğumuz bir kelime, liyakat.
Liyakat kavramı aslında toplumsal gelişme açısından oldukça önemlidir. Bizlerin çoğu zaman belki göz ardı ettiği, dikkat etmediği bu kavram, toplumsal huzur ve refah içinde oldukça kilit bir noktadadır. Bu kavramı bugünlerde bizlerin önüne getirenler bile oldukları mevkilerde liyakatları yani yeterlilik ve kifayetleri ile bulundukları bile tartışma konusu iken liyakatı tam anlamı ile size açıklamak biraz güç ve trajikomik olabilir.

Anlamına baktığımız zaman ise ; bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumunu ifade etmektedir. Bir başka anlamı ise kifayet, bir işi yapabilecek yetenekte olma, yeterlilik olan liyakat kavramı aslında oldukça önemli bir erdemdir. Ancak bu erdem toplumun tamamında ne yazık ki bugünlerde oldukça fazla bir şekilde tartışılır konuma gelmiştir. Özellikle Ülkemizin son yaşadığı üzücü olay üzerine bir çok kişi bu kavramı ileri sürerek bir kamuoyu oluşturmak istemektedir.
Toplumuzda ne yazık ki artık insanlar özellik ve yeteneklerine göre bir yere gelmekte oldukça zorlanmaktadırlar. Bu sadece bizim için geçerli olmasa bile ben bu yazımda ülkemiz üzerinde bir irdeleme yapmak istiyorum. Hepimiz çalıştığımız iş yerlerinde, bulunduğumuz ortamlarda ve hatta kamuda işlerimizi yaptırırken bile torpil, bir adam bulma ya da hiç olmadı bir tanıdık vasıtası ile araya iş ve/veya insan sokma derdine giriyoruz. Harcamadığımız emeklerimiz ile bir yerlere gelmeye çalışıyoruz. Düşünün bir, dünya atletizm müsabakasına hazırlanıyorsunuz  ve çalışmadan , nyapmadan günlerinizi geçiriyorsunuz.  Her gün diğer sporcular yoğun tempoda antrenman yaparken siz sadece vakit geçirme üzerine oynuyorsunuz. Peki böyle bir durumda ortaya çıkacak sonuç nedir? Tabi ki bir hüsran...

İşte aynı bu örnekte olduğu gibi bizlerde toplumumuzda önemli yerlere böyle insanları getirdiğimizde, dayısı olan, bir tanıdığı olan, referansları sadece kabiliyetinden değil çevresinden bahseden kişileri layık olmadıkları görevlere getirdiğimizde büyük sorunlar ile karşı karşıya kalırız. Öyle bir durumda ne işler yürür ne de bir başarı elde edilir. Gün geçtikçe acı gerçek ile bizler baş başa kalırız ve böyle durumların ortaya çıkardığı reçeteleri herkes öder.

Bizler bu yüzden bir çok kavram ile beraber, bir çok yeti ile beraber Sosyal İnovasyonu da toplumda sağlamalıyız. Çağımız artık bireyin her türlü gelişimini zorunlu görmektedir. Felsefe, Matematik, İktisat, Muhasebe, Sosyoloji gibi kavramlar insanların ileri bir düzeye adım atabilmesi için özümsemesi gereken hatta bunlardan bir karma yapıp en optimal şekilde kullanması gereken olgulardır. Böylelikle kendi alanlarında yeteri kadar liyakatlı olan insanlar, belli bir kültür düzeyi ya da o işte bir uzmanlığa sahip olan hak ettiği yerde olacaklardır.

Erdemlilik açısından son derece önemli olan liyakat kavramını tüm toplumda, birey birey özümsenmesini sağlamalı ve sağlam adımlar ile bu yolda ilerlenmelidir. İşte ancak o zaman ileri demokrasi ve çağdaşlık düzeylerini erişiriz.Unutmamak gerekiyor ki artık dünyamızda sabit olan, hiçbir gelişim göstermeyen, emek harcamayan kişi ya/ ya da toplumların ilerlemesi mümkün değildir.

Kavramları dile dolayıp bir yerlerde söylemek her zaman için oldukça kolaydır ama asıl önemli olan bunu hayatımıza tatbik edebilmektir. Başkalarını suçlar iken her zaman için aynaya ve en büyük ders özelliği taşıyan tarihe de bakmak gerekiyor. Aksi halde büyük bir yanılgı içine düşmüş oluruz ve bir gün en anlamsız en basit bir tartışma da bile büyük bir rezillik duyarız.

18 Temmuz 2016 Pazartesi

Hayat Yolcusu




Hayat,
İki han arasındaki yolculuk.
Sadece tek yöne kesilmiş bir bilet
Gidişi olup dönüşü olmayan sefer
Kim olduğunu bilirsen
Neden yola çıktığını fark edersen
Akıp giden bir yol olur
Farkına varmaz isen,
Hep yalpalanırsın bir sağa bir sola
Bitmek bilmez sana

Yorar insanı yolculuk
Zorlar bazen seni
Kimi zaman uyursun
Kimi zaman üzülürsün
Bazen yoldan çıkar tökezlersin
Ufuklara dalar gözlerin
Bazen gece yol alırsın
Bazen günlük güneşlik
Ama şüphesiz herkes ulaşır
O son hana
Yolculuğun sebebi olan durağa


16 Temmuz 2016 Cumartesi

DARBEYE KARŞI HALK DARBESİ





DARBEYE KARŞI HALK DARBESİ

Yıl 2016 ...
Günlerden Cuma, 15 Temmuz Cuma karanlık bir geceye uyandı Türkiye m.
İstanbul da köprüler ulaşıma kapatılmış, Ankara da jetler alçak uçuş yapmaya başlamış.
Herkes şaşkın herkes ne oluyor diyor ? İlk başta bir terör saldırısı mı var diye akıllardan geçiyor. İnsanlar DAEŞ, PKK yine mi bir terör saldırısı düzenlediği diye düşünüyor.
Ama gerçek kendisini çok geçmeden gösteriyor. Askeriyenin içinde ki küçük bir cunta ülkem de darbe yapmaya karar vermiş. Kritik yerler ya bombalanıyor ya da basılıyor. TRT ye zor ile giriliyor ve o bildiri okunuyor. Ülke de yönetime el koyulduğu belirtiliyor. Ajanslar ve haber kaynaklarımız bunu son dakika olarak geçiyor. İşte insanlar o anda irkiliyor ne oluyor diye ...

Çok geçmeden arkasından açıklamalar birbiri ardına geliyor. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve 1. Ordu Komutanımız halka sesleniyor. Askeriye de Emir Komuta zincirinden tamamen bağımsız olarak bir terör örgütüne mensup olan subaylar bir kalkışmaya yeltenmişler. Halkımız meydanlara, sokaklara davet ediliyor bu ahlaksız, akıl tutulması yaşamış, kendini bilmezlere karşı DEMOKRASİ dersi vermek için. Çok geçmeden yanıtını da buluyor zaten kümeleşen artık yavaş yavaş örgütlenmiş olan halk kesimleri hemen meydanları dolduruyor. İşgal altında bulunan yerlere hemen müdahaleler ediliyordu. TRT, Genelkurmay Başkanlığı, Meclis birbir teröristlerden kurtarılıyor ve temizleniyordu. Tabi ki bize bilançosu ağır olmuştu. İlk dakikalarda bu terör eylemini başlatanlar Mit i, Ankara Gölbaşında ki Çelik kuvveti ve Emniyet Genel Müdürlüğü binalarını bombalıyorlardı. Hatta masum halk kitleleri üzerine ateş açmaktan, onları helikopter ve uçaklardan taramaktan da geri kalmamışlardı.

İşte dün gecenin acı bilançosu böyleydi.
Ve Türkiye çok acı olaylar yaşamıştı. Çok zor bir dönemden geçmişti.
Ama millet hem demokrasisine hem hükümetine sahip çıkmıştı. Emniyet Müdürlüğünün, polisinin yanında bu darbeye karşı baş kaldırmıştı. Öyle ki korkusuzca kendilerini tankların önüne siper etmişti. Tüm Dünya ya tam anlamıyla bir demokrasi bir özgürlük dersi veriyordu. Ve bu millet üzerinde oyun oynamaya bu millet üzerinde bir hegemonya kurmaya çalışanlara karşı çok güzel bir ders vermişti.

Bir daha böyle acı olayların bir daha asla yaşanmaması ümit ve dileğiyle bu yazımı da noktalamak istiyorum. Böyle kahraman bir milletin bir ferdi olmaktan da hem gurur hem onur duyuyorum.

15 Temmuz 2016 Cuma

KAN İLE YAZILAN KÖTÜ TARİH




KAN İLE YAZILAN KÖTÜ TARİH

Terör dünyasında yaşar olduk artık iyiden iyiye. Her gün yeni bir katliam her gün yeni felaket ve her gün kötü bir haber ile uyanıyoruz. Bir gün Suriye, bir gün Irak, bir gün Fransa ve bir gün Türkiye ve gün gelecek daha başka başka ülkeler...

Terör ihraç ediliyor dünyanın bu coğrafyasından sanki bir mal gibi sanki bir ürün gibi her gün yayılıyor, aslında bu birazda cezalandırma gibi...

Bakın diyor terör kendi yaratmış olduğunuz bu bataklık ne hal aldı. Bakın ve masumların göz yaşlarının, kanlarının ve umutlarının yerde kalmadığını görün. Anlayın diyor ölenin sadece insanlar olduğunu...

Her terör olayında bir başka kahroluyor insanoğlu ve vicdanlar sanki kilit vurulmuş gibi bir başka kahroluyor. Terörün nerede hangi ülkede olduğu önemli değil önemli olan tüm insanlığa karşı işlenen bir suç olduğu...

Terör, tüm dünya insanlarının ortak cezası gibi... Bu zamanda bu nesilde yetişen bizlerin, Irak ı, Filistin i, Suriye yi, Doğu Türkistan ı es geçen görmezden gelen biz insanların cezası misali...

Dünya adeta kendi yaratmış olduğu kendi elleriyle yolunu hazırlamış olduğu teröre karşı bugün çaresiz kalıyor. Daha bir kaç gün önce İngiltere belgeleriyle yüzümüze vurulan Irak gerçeğinde olduğu gibi kendimizin hazırladığı bu duruma üzülüyoruz.

Her insan ektiğini biçermiş sözü artık her Ülke, her nesil, her toplum ektiğini biçermiş halini aldığı günümüzde bir an önce kendimize gelmeliyiz. Bu açı sonuçları bu kötü reçeteleri hazırlayan dünyayı bu kaos durumuna sokan bizlerin bir an önce uyanıp gerçeğin farkına varması gerekmektedir. Yoksa yarın bizler için gerçekten çok geç olacak. Bir Medeniyet bir ulus belkide yer yüzünde silinip giderken tüm dünya derin bir kaosun derin bir üzüntü ve çıkmazın içinde hapis olup kalacaktır.

Terör Çelişkisi

Bugünlerde tüm bu yaşanan açı olaylara rağmen gazete ve haberlerden gördüğümüz bir olay bizleri büyük bir şoka uğratmıştır. Avrupanın göbeğinde patlayan bombalara rağmen yaşanan bunca terörist eylemlere rağmen bölücü terör örgütleri her yerde meşrulaştırılmış bir şekilde...

Kendi insanlarını öldüren canlara kıyan terör örgütleri ile başka ülkelerde kan döken, insanları öldüren, devlete millete baş kaldıran örgütleri ayırmanın ne kadar yanlış olduğu su götürmez bir gerçektir.

Terör bir insanlık suçudur. Bizler bunun gerçeğine vardığımız gibi senin terör örgütün benim terör örgütüm olmadığının da farkına varmamız gerekmektedir. Bir ülkede insanları öldüren PKK gibi örgütler hatta onun uzantıları her zaman  terör listelerinde olmalıdır. Yoksa IŞID gibi diğer örgütler bu durumdan kendilerine fayda ve çıkar sağlarlar.

Müslüman coğrafyasına terör ithal edenler bugün kendi toprakalrında işgale uğramaktadır. Bu acı gerçeğe rağmen hala terör örgüt ayrımı yapmak akla zarar bir durumdur.

En yakın zamanda gerçeğin farkına varıp bu çelişkiyi sonlandırmak Avrupanın birinci önceliği olmalıdır. 

12 Temmuz 2016 Salı

MİM : HAYAL GÜCÜ YÜKSEK SORULAR




Merhaba bir mim ile yine birlikteyiz. Bu Mim yazısında beni mimleyen Sema Gürpınar a çok teşekkür ederim

Evet artık yavaştan Mim e geçelim mi arkadaşlar?

O zaman başlayalım...

1. Elinizde sihirli bir değneğiniz olsa neyi veya neleri değiştirmek isterdiniz? 

A şıkkı hiçbir şeyi :) tabi ki şaka elimde bir sihirli değnek olsaydı öncelikle insanlarda ki bu kibiri ve umursamazlığı alırdım. Her türlü kötü huylarını yok ederdim. Özelliklede aç gözlülüğümüzü...

2. Mesleğinizi değiştirseydiniz hangi meslek dalını seçerdiniz veya ne olmak isterdiniz? 

Çocukluktan itibaren öğretmenlik istedim ama olmadı şimdi de aynısı ama bu sefer bir üniversitede öğretim görevlisi olmak isterdim belki o zaman biraz daha araştırmacı daha kurcalıyıcı ve doğrularını bilen birisi olabilirdim :)

3. Birgün boyunca aç kaldınız ( Ramazanda olduğu gibi) ilk ne yemek isterdiniz?

Bu sorunun cevabı beni tanıyanlar için aslında çok basit... Tabi ki tavuklu bir yemek :)

4. Bir dalga olsaydınız nereye vururdunuz?

Çok uzaklara vururdum ama zarar vermek için değil oraları gezip görmek için....

5. Issız bir adada yanınıza alacağınız 3 kişi? 

Çok kişi var hiç saymayım ... Ciddiyim çok fazla insan var en azından  kişiden fazla o yüzden ne ben sıkıntıya gireyim ne siz klasik cümleler okuyun :)

6. En çok görmek görmekisteğiniz şehir veya ülke?

Suudi Arabistan ve Japonya. Mekke ve Medineyi görmeyi çok istiyorum inşallah nasip olur.

7. Asla giymem dediğiniz renk hangisidir? 

Pembe...

8. Bayram da ne yapacaksınız?

Bayramda bol bol dinlenmek istedim ve başardım. Ankaradaydım ayrılmadım tatilim buradaydı ve süper dinlendim :)

9. Ölmeden önce yapılacaklar listesine ekleyeceğiniz 3 şey? 

- Trabzonda Trabzonspor un maçını izlemek
-Karadeniz turu yapmak
-Bir yabancı dili konuşabilmek

10. Bir uçurumun kenarındasınız tam atlayacaksınız. O an aklınıza birşey geldi o gelen şey nedir? 

Ailem...

11. Yerde 50tl bulsanız ne yaparsınız? 

Bir yardım kuruluşuna bağışlarım heralde düşüren kişinin hayrına.

Sıra kimlerin mimlendiğinde hımmmm bakalım şanslılar kimler olsun.

1. Elif Gökşin

2. Tigris Driver

3. Deryanın spor günlüğü

4.Funda Süzen

9 Temmuz 2016 Cumartesi

SON BİR DURAK






SON BİR DURAK


Bekliyor ufukta yalnızlık.
Son durak misali...
Herkesin uğrayacağı son ziyaret gibi,
Kimsenin atlayamayacağı,
Ve kimsenin kaçamayacağı. 
Son bir an gibi...

Korkmadan gitmek gerekiyor.
Yürümek,
Adım adım düşünmek,
Ve hep son bir çare, son bir ümit...
O durakta seni bekleyecek.

6 Temmuz 2016 Çarşamba

4. HAÇLI ORDUSU VE IŞİD ARASINDAKİ BENZERLİK



4. HAÇLI ORDUSU VE IŞİD ARASINDAKİ BENZERLİK


1200 lü yılların henüz başı. Zamanın Papa'sı 3. İnnocentus' un teşvikiyle yeni bir Haçlı ordusu toplanıp 4. Haçlı seferine girişilmişti. Amaçı Kudüs' ü işgal etmek olan bu ordu Venedik gemileri ile önce İstanbul yakınlarına getirilecek oradan da yola çıkacaktı. Ordu İstanbul'a geldiğinde ise Papa ve Hristiyan dünyasının beklemediği birşey oldu. Kutsal haç adına toplanan bu ordu bir Hristiyan ülke olan Bizans'ın başkenti İstanbul'u yağmalamaya başladı. Evler, kiliseler, insanlar bütün İstanbul bu vahşetten payını almıştı. Öyle ki fakir köylülerin bile elbiseleri Haçlı askerleri tarafından yağmalanıyordu.

Bizanslılar 1204 yılında gerçekleşen bu felaketi asla unutmayacak ve ilerleyen tarihlerde Türk ve müslüman ordularının ilerleyişini durdurmak için Katolik dünyasından yardım istemek yerine, Ayasofya'da Kardinal külahı görmektense müslüman sarığını tercih ederiz, diyeceklerdi.
İşte o günlerde toplanan bu 4. Haçlı ordusu ile bugün kü İŞİD arasında nasıl bir fark olabilir. 4. Haçlı ordusu o günün koşul ve şartlarında Avrupa'dan toplanılmış olan bir orduydu. Kutsal bir amaç uğruna bir araya gelen bu Avrupa'nın fakir ve suçluları sonuçta yine kendileri gibi Hristiyan olan bir ülkeyi yağmalamışlardı. Kendileri Kudüs'e gitmeyi göze alamamış ve güçsüz buldukları İstanbul'u Fethiye etmişlerdi.

İnsanlara kendi doğrularını daha doğrusu yanlış doğrularını dayatmış ve işkence, yağma, tecavüz gibi bir çok yolla güçsüz olan bir Hristiyan coğrafyasında Terör ettirmişti.
IŞİD'e geldiğimizde ise yine değişen bir durum yoktur. Irak işgali sonrasında güçsüz düşen topraklarda oluşan bu güya müslüman örgüt yaptığı eylemlerle tam zıttı olduğunu hep kanıtlamıştır. Müslüman bir çoğrafyada, müslümanları ve suçsuz insanları katletmeye başladı. Cihat ilan etmesine rağmen sadece müslüman ülkelere saldıran bu terör örgütünün katılımcıları ise çoğunlukla Avrupa ülkelerinden. Örgüte katılımın çoğunluğunu Avrupa'da yaşayan fakir ve suçlu insanlar oluşturmaktadır.

Terör örgütü IŞİD Avrupa'da üstlendiği terör olayları ile de dikkatleri üstüne çekmesine rağmen faaliyet ve saldırılarının çoğunluğunu islam coğrafyasında yapmaktadır.
Bu kanlı terör örgütü en son saldırısını ise Suudi Arabistan topraklarında gerçekleştirmiştir. Medine ve Katif'de gerçekleştirilen intihar bombalı saldırılarıda üstlenmiştir.

Avrupa merkezli, daha doğrusu batı kaynaklı bu iki örgüt düşünüldüğünde , IŞİD ve 4. Haçlı ordusu, Avrupa'nın daha alması gereken çok yol var. IŞİD'e katılımın içinde elbette ki müslüman ülkelerden de insanlar vardır. Özellikle Amerika'nın haksız ve gayesiz işgali sonrasında Irak topraklarında oluşan ve Suriye'de süre gelen iç savaş ile daha da güçlenen bu örgütün bulunduğu çoğrafya nedeniyle müslüman halktan da kendisine katılım gerçekleşmiştir.

Bulundukları çografya üzerinde ki fakir ve suçlulardan oluşan bu iki oluşum bir çok bakımdan benzerlik göstermektedir. 4. haçlı ordusu müslümanlarla savaşmak amaçıyla kurulmuş ama hristiyan İstanbul'u yağmalamış, IŞİD ise müslüman bir örgüt olduğunu ileri sürerek yine müslüman katli yapan bir örgüt olmuştur. Her ikisi de fakir ve suçlu insanlardan meydana gelmiştir. İki oluşumda güç ve otorite boşluğundan faydalanmış ve hakimiyetlerini güçsüzler üzerine kurmuştur. Her iki oluşumda finansal olarak sorun yaşamamışlardır. 4. Haçlı ordusu zengin İstanbul'u yağmalarken, IŞİD ise zengin petrol yataklarının kontrolünü ele geçirmiştir.

Evet değerli okuyucularım bu iki olaydan da anlaşılacağı üzere tarih tekerrürden ibarettir. 4. Haçlı ordusu ve IŞİD arasında hiçbir fark yoktur. Her iki oluşumda birer kanlı terör örgütü olmak ile beraber hep kendileri gibi düşünen topluluklara saldırmıştır.


26 Haziran 2016 Pazar

ANI DEFTERİ




ANI DEFTERİ

Çocuk tüm güçüyle kendisini topladı, karanlığa karışmamak için ve yanından sessizce geçip gitmek için...
Sadece gözlerini mi kapatmalıydı yoksa kulaklarını da kapatması gerekiyor muydu ?
Ve o iğrenç koku zaten çoktan sarmıştı dört bir yanı...
Zordu çocuk için öylece bu çamura batmadan çekip gitmek.
Nasıl başaracaktı ?
Cevabını bile bilmediği bir başka soru işte...
Çevresi, tüm arkadaşları bu karanlığı, bu çamur dolu hayatı öve öve anlatıyordu oysa çocuğa.
Bitmek bilmeyen sohbetlerde...
Ne zaman televizyon başına geçse yine aynı bataklık,
Ve internet çoktan bir karanlıklar deryası olmuş.
Özgürlük insanların ağızlarında ama tek dertleri sorumsuzluklarını gizlemek.
Sanki bu dünya bu hayat bir tek onlara aitmiş gibi davranışlar...
Kimisi ufak bir tartışma üzerinden kimisi ise ön yargısından dolayı kapılmıştı bu karanlığa
Ve çamur her yerde bütün zihinler..
Öyle ki kaplamıştı bütün akılları aydınlık aydınlar belkide kölesi olmuştu bu düşüncelerin...

İşte böyle düşünüyordu çocuk.
Korku, Karanlık, Bataklık ve çamur sadece bu kelimeler....
Özgürlük maskesini takmış her yerdeler...

Bu hayat benim sözleri...
Bu beden benim yaşayışı...
Ve basının sorgusuz sualsiz özgürlük arayışı...
Bitmek bilmeyen insan hırsları...
Yalana iftiraya dayalı yaşamları...
Dini kullanan sahtekarları...
Ve daha nice çamur beyinli insanları...

İşte böyle yazıyordu çocuk çocuk anı defterine gelecekte okuyup hatırlamak için büyüdüğünde o dünyaların kapısından girmemek için böyle yazıyordu her bir sayfaya.


18 Haziran 2016 Cumartesi

ÇOK UZAK BİR GELECEK MİSALİ



ÇOK UZAK BİR GELECEK MİSALİ


Sokaklar boştu ve kimsesiz caddeler...
Çocuklar evlerinden çıkmaya korkar olmuştu.
Öksüz kalmıştı dünya, 
Ne bir ses ne bir yaşam belirtisi...
Artık hiç birşey duyulmuyordu.
Bütün bunların tek sebebi ise vurdum duymazlıktı.
Evet ne zaman ki insanoğlu kapısını başkalarına kapattı,
Ne zaman ki bana dokunmayan yılan bin yaşasın denildi,
İşte o zaman öksüz kaldı dünya.

Sessizlik... Derin bir sessizlik...
Hakimiyetini kurdu yer yüzünde.
Ama savaşlar hiç bitmemişti.
Zaten hangi savaşın sonu barıştı ki ?
Bu bize söylenmiş en büyük yalan değil miydi ?

Her savaş yeni bir felakete, savaşa gebedir.
Çünkü hiç bir zaman bitmez insanoğlunun hırsı.
İnsanlar tüm bunlara rağmen hala devam ediyordu savaşa,
Doymak bilmeyen hırsına,kibrine yenik düşmeye,
Evet hala devam ediyordu insan yenilmeye...

Yaşam çoktan bir kenara koyulmuştu.
Ve mutluluk,huzur,barış zaten yasaklanmış kelimelerdi.

Hatta cümleler,kelimeler,harfler ve sesler
Birbir siliniyordu yer yüzünden, insanların hatıralarından...
Evet işte böyle bir hal alıyordu dünya,
Doymak bilmeyen hırsların yüzünden,
Ve bitmek bilmeyen savaşların etkisiyle,
Bir karanlık kaplıyordu artık tüm yer yüzünü, dünyayı
Hatta bizlerin bu garip bedenlerini,yüreğini
Bir karanlık,umutsuzluk hakim oluyordu tüm her şeyimize...

Ne zaman gelecekti bu barış, ne zaman bulacaktık huzur ?
Ne zaman çocuklar korkusuzca dolaşacaktı sokaklarda ?
Ne zaman insanlar artık büyüyecekti?
Ve kavganın, biribirine kötülük etmenin bir yararı olmadığını ne zaman anlayacaktı?

Sanki çok uzak bir gelecek gibi...

13 Haziran 2016 Pazartesi

Affet bizi hayat


Affet bizi hayat


Ah Be hayat,
Sonunda anladım beni sen yormuyorsun
Bu omuzlarımın çökmesi,
Bu erkenden yaşlanmışlığım,
Senin suçun değil.

Ah Be hayat,
Oysa ne kadar da kolay değil mi?
Tüm suçu senin omuzlarına yüklemek...
Ne kadarda basit değil mi?
İşin içinden sıyrılmak...
Nasıl olsa Hayır da diyemiyorsun,
Kendini de savunamıyorsun.
Ama sonunda anladım,
Beni sen yormuyorsun.

Bu dünyanın kirlenmişliği değil...
Insanların kirlenmişliği yoruyor.
Nefretleri,  kinleri,  hırsları
Ve sadece kendilerini düşünmeleri
Beni, bizi, herkesi yoruyor.
Sonrada hayata atıp suçu,
Öylece çıkıyoruz içinden...

Affet bizi hayat
Seni bu kadar yorduğumuz için...

9 Haziran 2016 Perşembe

ŞEHRİ RAMAZAN


ŞEHRİ RAMAZAN


Geldi 11 ayın sultanı çaldı kapımızı...
En güzel misafir, bereketi, huzuru, rahmeti ile girdi kapımızdan.
Her zaman ki gibi gelmesiyle beraber bir rahmet indi dünyaya, yer yüzüne.
Sabır ve merhameti öğretir bize tuttuğumuz ve tutacağımız oruçlar.

Şeytanın zincire vurulduğu bu mukaddes ayda nefsimizi terbiye etmemiz daha kolay olur. Tahammül gösteririz Mevlamızdan gelene ve daima dua ve zikir ile meşgul ederiz dilimizi.
Namazlar daha bir özneli olur ve hiç aksatılmaz Sabah namazı...
Kur'an ayıdır Ramazan. Hatimler sanki sıraya girmiş gibi bir bir inerler.
İşte böyle güzellikler dolu bu mukaddes ayda biz kullara düşen oruç ibadeti başta olmak üzere diğer ibadetlerini yerine getirmektir.

Öyle ki oruç hem bedenimize hem zihnimize sağlık getirir. Manevi olarak bizi temizler. Günahlarımızın ağırlaştırdığı bedenimizi hafifletir ve daha bir güzel daha bir saf hale getirir.
Kendimiz kadar birey kadar toplum da huzur bulur. Toplumsal barış,hoşgörü bu ayda iyice artar.

Ve çocuklar...
Onlar için tam bir şenliktir Ramazan. Gece yarısı sahura kalkmak için hangimiz can atmazdık. Gizli gizli kalkan büyükleri kaç kez sofranın başında yakaladık. Tuttuğumuz tekne oruçları nasılda bizleri mutlu mesut ederdi. Ve akşamları o güzel ramazan akşamları... Festivalleri, eğlenceleri ve doyumsuz sohbetleri ne kadarda güzeldi ve hala da güzel. Teravih namazları uzun ama sıkılmazdık cemaatin en arkasında bizler hep oyundaydık. Masum ve nurlu oyunlar...

Birbirimize gidip geliriz ramazanda. Paylaşma, bir olma, birlik olmak hiç bu kadar güzel anlam ifade etmezdi bizim için...

İşte böyleydi ve böyledir Ramazan. Bir şehri Ramazan daha hoş geldi sefalar getirdi. Ülkemize huzuru, bereketi, mağfiret ve rahmeti getirsin. Ülkemizin üzerinde gezinen bu kara bulutları tez zamanda hayırlısı ile dağılması duasıyla hayırlı ramazanlar.


4 Haziran 2016 Cumartesi

SİYASİ YALAN




SİYASİ YALAN

Yıl 1965 ve Uruguay Ermeni tehcirini ilk soykırım olarak tanıyan ülke oluyor. Sonrası ip söküğü gibi geliyor zaten. Bugünlerde ise Almanya bunu parlamentosundan geçirerek 29. ülke oldu.

Bu iddiaları kabul eden ülkelere baktığımızda; Ermenistan, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Hollanda, İtalya, İsveç, İsviçre, Kanada, Kıbrıs Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Paraguay, Polonya, Rusya, Slovakya, Suriye, Şili, Uruguay, Vatikan, Venezuela ve Yunanistan'dır. Evet sizlerinde dikkatini çekti değil mi oldukça fazla Amerika kıtası ülkesi mevcut. Tabi Avrupa kıtasını da unutmuyoruz.

Listede bu kadar Amerika kıtası ülkesi olmasının sebebini belli, başlı kaynaklar zamanında ermenilerin oraya yaptıkları göçler ile elde ettikleri kazanç ve mevkileri neden olarak göstermişlerdir. İşte Uruguay ın 1965 yılında başlattığı bu girişimi zamanında Türkiye nasıl karşıladı ne gibi yaptırımlar uyguladı bilmiyorum ve araştırmadı açıkcası pekte araştırmaya niyetim yok. Çünkü sizler ile paylaşacağım bu yazımın konusu kesinlikle haklı olan bu mücadelemizi savunmak olmayacak.

Türkiye'nin zamanında yapmış olduğu komisyon tekliflerine sessiz kalan Ermenistan ve Avrupa ülkeleri şimdi tamamen siyasi ve hatalı kararlar alarak yanlış bir bilgiyi doğru olarak göstermek niyetindeler.

Tüm bunların sebebini ise aslında bizler çok iyi biliyoruz. Evet yurt dışında bir çok ülkede yeteri kadar iyi bir şekilde Lobilerimizi organize edemedik ve kendimizi anlatamadık... Ancak unutmamk gerekir ki tarihin kayıtları açılsın bütün doğrular ortaya çıksın teklifimize verilen cevaplar belliydi. İşlemediğimiz bir günahı her ne kadar üstümüze yıkmaya çalışsalarda boş. Çamur at izi kalsın niyetiyle yapılan bu tip girişimleri artık kabul edecek bir Türkiye yoktur inşallah olmayacaktır.

1915 yılında devletiniz savaş halinde...
Doğuda bir çok yerde köylerde Ermeni çeteleri Ruslarla iş tutup sizin vatandaş ve insanınızı katledecek.
Peki buna verilmesi gereken cevap ne olmalıydı?
Almanlar gibi sabun mu yapmalıydık ?
Yoksa Amerika kıtasına yerleşen bugün kü sömürgeci devletlerin yapmış olduğu gibi köklerini mi kazımalıydık. Zira şu zamanda Amerika kıtasında yaşayan kaç tane yerli halk var acaba ?
Yoksa Avrupa nın ileri medeniyetine sahip devletlerinin yaptığı gibi zulme karşı üç maymunu mu oynamalıydık ?
Gerçi onlar bunu sadece islami çoğrafyada yapıyorlar kendilerinde böyle bir olay olsa yer yerinden oynar.
Ya da Amerika gibi Irak a özgürlük mü götürmeliydik?

Evet biz bu yukarıda saydıklarımızın hiç birini yapmadık çünkü bizim tarihimizde sömürü de zulüm de soykırım da yoktur.

Daha da komik tarafı yukarıda adı geçen bazı ülkeler de soykırımın reddi durumunda üç ile beş yıl arası ceza uygulanması. Hangi ülkeler mi?

Adı hep gündem de olan bankalarında kara para aklanan Isviçre, öyle ki her kim vergi kaçırmak isterse oraya koşar. Mafyaların uyrak mekanı bankaları hep o ülkededir Isviçre de.

Mafya demişken Italya da ceza uygulayan bir başka ülke. Evet mafya kelimesi ile özdeş olan bu ülke bir yalana iftiraya ceza uyguluyor. Tarihi Araştırma bilimsel bir temel yok. Sonuçta İtalyanlar işte çok uzun lafa da gerek yok.

Slovakya da bir başka ülke. Tarihinde yok yok olan bu ülkede cezai yaptırım uyguluyor.

Tabi olmazsa olmazımız her yerde karşımızda olan Yunanistan.

Tüm bu ülkeler düşünüldüğünde ve günümüzde yaşanılanlar göz önüne alındığında Ermeni tehcirinin Türkiye lehine nasıl kullanıldığını anlamamak için büyük çaba gerek. Gözlerini kapatıp gerçeklerden uzaklaşarak asla doğruyu saklayamazsınız.




1 Haziran 2016 Çarşamba

SÖYLE YAĞMUR



SÖYLE YAĞMUR

Söylesene yağmur, 
Sen misin böyle üşüten, 
Yoksa ben miyim üşüyen...

Bak rüzgar bile nasıl sert esiyor,
Kurumuş yapraklar havada savruluyor,
Dallar bile çaresiz nasıl ağlıyor...

Yalnızlık bir türkü olmuş,
Dallar, yapraklar, rüzgar,
Ve hatta yağmur bile... 
Dolamış bir kere diline,
Gittiği her yerde bırakır onu.
Sanki küçük bir hatıra gibi...

Gam ve keder yayılmış.
Dört bir yanda hanı varmış,
Gecen her yolcuya ayrılık fısıldamış...
Bak yağmur, 
Aşk bile yolundan ayrılmış.

Tek kalan yürekte bir hasret,
Oysa kalmış herkes vuslata hasret,
Dinle bak yağmur,
Dillerde hep aynı dua...

29 Mayıs 2016 Pazar

MİM: Kim Bu Skose2906




Mim : Kim Bu Skose2906


Evet arkadaşlar yeni bir MİM yazısıyla yine karşınızdayım. Sema Gürpınar a beni mimlediği için teşekkür ederim.

Mim in konusu Benim, Süleyman Köseoğlu.

26 Aralık 1984 doğumluyum. Evin ilk çocuğu ilk neşesiyim. Aman kardeşim duymasın :)
Evet benden küçük bir de kardeşim var. İki kardeş olarak Ankara'da doğup büyüdük. İlkokul,Ortaokul ve Liseyi etlikte okudum.

Çok başarılı bir öğrenci olmasamda yine de kötü değildim. Ama özellikle bir dönem oldukça kötü notlar getirmem sonrasında annemin duygusal konuşması beni kendime getirdi ve yılsonunu kayıpsız kötü notsuz atlatmamı sağladı.

Etlikte doğup büyümüştüm. Bir başkaydı benim için o semt... Arkadaşlarım okulum ve anılarım hep orada kaldı. Arada bir gidip gezsem de hiçbir şey eskisi gibi değil.
Evet anladığınız üzerine güzel bir çocukluk geçirdim. Saklambaç oynamalar,kukalı olanı özellikle, evde durmayıp kendimizi dışarı sokağa atmalar, rahat rahat dışarıda bahçede toprak ve insanlarla iç içe olmalar...

O zamanın evde oynayabildiğimiz bizi eve bağlayan tek şey atariydi ve oda bizde yoktu. Yne ailem çevremizde ki çocukların durumunu gördükten sonra bizim eve atari sokmamıştı. Derslerden, sokaktan ve insanlardan hatta hayattan uzaklaşmamamız için bunu yapmıştı.

Üniversiteyi Manisa'da Celal Bayar Üniversitesinde okudum. Maliye bölümünde ve muhteşem geçen bir 5 yıl.
Üniversiteye gitmeden önce bir abim bana, "İnsana 2 yer çok şey katar onu değiştirir. Bunlardan ilki Üniversitedir. İkincisi de askerlik." demişti.
Ve gayette haklı çıktı.
Üniversitede edindiğim ve bir ömür boyu sürmesini istediğim arkadaşlıklarım hala devam etmekte ve ben hala onlardan çok şey öğreniyorum. Bir başka paylaşım bir başka düşünce ve bir başka hayat...

Hobilerime gelince şu sıralar tek ve süreklilik gösteren tek hobim blogum kaldı.
Onun haricinde kitap okumak arada Ankarayı gezmekte stres atmak onusunda bana yardımcı oluyor.

Şimdi gelelim Mimlenecek arkadaşlara :)

Sevdican Sevdican
Gözde Türker
Çıplak yazar
Tigris Diver



27 Mayıs 2016 Cuma

Kültür Fışkırıyor



Kültür Fışkırıyor



En son hangi kitabı okudunuz ?
Peki ya gazete, köşe yazar var mı devamlı takip ettiğiniz?
Bu sorulara verecek cevabınız mı yok ?
Kitap okuma oranları düşüyormuş. Eeee normal yükselmesini şahsım adına beklemezdim.
Neden mi?
Size devamlı karşılaştığım bir olay anlatayım;
Vatandaş evinden çıkar koşa koşa bankaya gider, Atm kuyruğuna girer eee malumunuz artık bir çok işlem gişelerden değil atm lerden yapılıyor. Para yatırma, havale, fatura ödemesi,kredi kartı ödemesi ve daha bir çoğu...
Sıra kendisine gelmiştir.
İşlemini seçer ve...
Ve sonrası yok neden mi çünkü işlemini bir türlü gerçekleştiremez.
Ama vazgeçmez hemen benim insanım.
İnattır hele bir de bizdense sormayın gitsin,
Dener tekrar tekrar usanmadan dener.
Denemekten de bıkar bir süre sonra eee daha sırada bekleyenlerde vardır.
O zaman çare nedir?
Hemen içeri koşar memura güvenliğe kim denk gelirse önüne soraracaktır.
Atm arızalı ya da işlemi yapamadım bir türlü parayı almadı atm...
Ve daha bir çok bahane....
Sorarsın amca atm de yazan bilgilendirme yazılarını okudun mu ?
Cevap: Hayır.
Okumak yok !!
Ve daha bunun gibi bir çok olay vardır.
Marketten aldığınız ürünün son kullanma tarihini kaçımız okuyoruz ?
Ya da yolda giderken tabelaları kimler okuyor?
Eee yol sormak varken ya da ezbere iş yapmak varken kim okuyacak değil mi ?
Oysa ilk emir ilk inen ayet değil midir  OKU...
Ne oldu da unuttuk biz okumayı.
Ne zaman bıraktık acaba ilerlemek öğrenmek hevesimizi...
Evet evet duyuyorum sizi ne zaman oldu ki diyor bazılarınız içinden.
Ve bazılarınız haykırarak söylüyor.
Oysa hepimiz çok iyi gazel okuruz değil mi ?
Ya uzun hava üstümüze yoktur bir başlasak okumaya susmayız daha...
Evet konu maval okumaya gelince de aynıyız. En iyi yazarlar yanımızda şaşkınlıktan küçük dilini yutar.
Tüm bunlardan sonra yazımı iyi bir dilek ile bitiriyorum.
İnşallah bizlerde okumaya başlarız ama maval,gazel veya uzun hava olanından değil....