İzleyiciler

29 Mayıs 2016 Pazar

MİM: Kim Bu Skose2906




Mim : Kim Bu Skose2906


Evet arkadaşlar yeni bir MİM yazısıyla yine karşınızdayım. Sema Gürpınar a beni mimlediği için teşekkür ederim.

Mim in konusu Benim, Süleyman Köseoğlu.

26 Aralık 1984 doğumluyum. Evin ilk çocuğu ilk neşesiyim. Aman kardeşim duymasın :)
Evet benden küçük bir de kardeşim var. İki kardeş olarak Ankara'da doğup büyüdük. İlkokul,Ortaokul ve Liseyi etlikte okudum.

Çok başarılı bir öğrenci olmasamda yine de kötü değildim. Ama özellikle bir dönem oldukça kötü notlar getirmem sonrasında annemin duygusal konuşması beni kendime getirdi ve yılsonunu kayıpsız kötü notsuz atlatmamı sağladı.

Etlikte doğup büyümüştüm. Bir başkaydı benim için o semt... Arkadaşlarım okulum ve anılarım hep orada kaldı. Arada bir gidip gezsem de hiçbir şey eskisi gibi değil.
Evet anladığınız üzerine güzel bir çocukluk geçirdim. Saklambaç oynamalar,kukalı olanı özellikle, evde durmayıp kendimizi dışarı sokağa atmalar, rahat rahat dışarıda bahçede toprak ve insanlarla iç içe olmalar...

O zamanın evde oynayabildiğimiz bizi eve bağlayan tek şey atariydi ve oda bizde yoktu. Yne ailem çevremizde ki çocukların durumunu gördükten sonra bizim eve atari sokmamıştı. Derslerden, sokaktan ve insanlardan hatta hayattan uzaklaşmamamız için bunu yapmıştı.

Üniversiteyi Manisa'da Celal Bayar Üniversitesinde okudum. Maliye bölümünde ve muhteşem geçen bir 5 yıl.
Üniversiteye gitmeden önce bir abim bana, "İnsana 2 yer çok şey katar onu değiştirir. Bunlardan ilki Üniversitedir. İkincisi de askerlik." demişti.
Ve gayette haklı çıktı.
Üniversitede edindiğim ve bir ömür boyu sürmesini istediğim arkadaşlıklarım hala devam etmekte ve ben hala onlardan çok şey öğreniyorum. Bir başka paylaşım bir başka düşünce ve bir başka hayat...

Hobilerime gelince şu sıralar tek ve süreklilik gösteren tek hobim blogum kaldı.
Onun haricinde kitap okumak arada Ankarayı gezmekte stres atmak onusunda bana yardımcı oluyor.

Şimdi gelelim Mimlenecek arkadaşlara :)

Sevdican Sevdican
Gözde Türker
Çıplak yazar
Tigris Diver



27 Mayıs 2016 Cuma

Kültür Fışkırıyor



Kültür Fışkırıyor



En son hangi kitabı okudunuz ?
Peki ya gazete, köşe yazar var mı devamlı takip ettiğiniz?
Bu sorulara verecek cevabınız mı yok ?
Kitap okuma oranları düşüyormuş. Eeee normal yükselmesini şahsım adına beklemezdim.
Neden mi?
Size devamlı karşılaştığım bir olay anlatayım;
Vatandaş evinden çıkar koşa koşa bankaya gider, Atm kuyruğuna girer eee malumunuz artık bir çok işlem gişelerden değil atm lerden yapılıyor. Para yatırma, havale, fatura ödemesi,kredi kartı ödemesi ve daha bir çoğu...
Sıra kendisine gelmiştir.
İşlemini seçer ve...
Ve sonrası yok neden mi çünkü işlemini bir türlü gerçekleştiremez.
Ama vazgeçmez hemen benim insanım.
İnattır hele bir de bizdense sormayın gitsin,
Dener tekrar tekrar usanmadan dener.
Denemekten de bıkar bir süre sonra eee daha sırada bekleyenlerde vardır.
O zaman çare nedir?
Hemen içeri koşar memura güvenliğe kim denk gelirse önüne soraracaktır.
Atm arızalı ya da işlemi yapamadım bir türlü parayı almadı atm...
Ve daha bir çok bahane....
Sorarsın amca atm de yazan bilgilendirme yazılarını okudun mu ?
Cevap: Hayır.
Okumak yok !!
Ve daha bunun gibi bir çok olay vardır.
Marketten aldığınız ürünün son kullanma tarihini kaçımız okuyoruz ?
Ya da yolda giderken tabelaları kimler okuyor?
Eee yol sormak varken ya da ezbere iş yapmak varken kim okuyacak değil mi ?
Oysa ilk emir ilk inen ayet değil midir  OKU...
Ne oldu da unuttuk biz okumayı.
Ne zaman bıraktık acaba ilerlemek öğrenmek hevesimizi...
Evet evet duyuyorum sizi ne zaman oldu ki diyor bazılarınız içinden.
Ve bazılarınız haykırarak söylüyor.
Oysa hepimiz çok iyi gazel okuruz değil mi ?
Ya uzun hava üstümüze yoktur bir başlasak okumaya susmayız daha...
Evet konu maval okumaya gelince de aynıyız. En iyi yazarlar yanımızda şaşkınlıktan küçük dilini yutar.
Tüm bunlardan sonra yazımı iyi bir dilek ile bitiriyorum.
İnşallah bizlerde okumaya başlarız ama maval,gazel veya uzun hava olanından değil....

25 Mayıs 2016 Çarşamba

BU BİR UMUT Bölüm 5; Mehmet ve İsmail Beyoğulları




BU BİR UMUT

Bölüm 5;  Mehmet ve İsmail Beyoğulları




Yapraklar, güçsüz kalmıştı.
Kuru ve kırılgan,
Dallar artık onlara sahip çıkmıyordu.
Ya da rüzgar,
Bir o kadar güçlü
Ve sertti,
Ne dal kalmıştı ne de yaprak...


Umut hiç olmadığı kadar mutlu ve şaşkındı. Bu büyük kampüste geçen her gün ona yeni bir sürpriz yeni bir eğlenceydi. Çok güzel arkadaşlıklar kurmuştu. Cenk, Hakan, Hasan ve Mehmet. Tuhaf ve garip bir hikayesi vardı Mehmet'in. Aslında tamda akademilerin amacına uygun olarak burada bulunuyordu. Mehmet daha 7 yaşında iken ailesini kayıp etmişti. O gün kendisini bu kocaman dünyada bu kalabalık dünyada küçücük ve yalnız hissetmişti. Tek başına şimdi ne yapacaktı, kim ona sarılacak ve onu koruyacaktı. Tüm bu bilinmezliğin umutsuzluğun arasında uzaktan bir akrabası gülmüştü yüzüne. Çok iyi tanımıyordu Mehmet bu Süha amcasını. Ne annesinin ne de babasının bir kardeşi, yakın bir akrabası vardı hayatta. Süha amca bile babasının amca çocuklarından biriydi. Mehmet büyüdüğü bu küçük köyde onu nadiren görürdü.

Süha amcası Mehmet'i köyün büyüklerini de razı ederek yanına almıştı. Onu İstanbul'a götürecek ve orada okutacaktı. Ileride güzel bir işi ve iyi bir maaşı olacaktı Mehmet'in,  işte böyle söylüyordu Süha amca tüm köye. Mehmet Yozgat'ın o küçük köyünden bu hayaller ile çıkıyordu büyük İstanbul yoluna.

İlk kez denizi görmüştü Mehmet ve uzun süre öylece bakakaldı boğaz köprüsünden geçerken. Bir ara amcasına dönüp,

-" Bir gün buraya gelelim mi Süha amca? Ben köyün tüm kurunlarında ve havuzlarında yüzerdim bu yüzden yüzme biliyorum. Bu deniz ne kadar derindir? Ben burada yüzebilir miyim? " diye söylemişti. Süha amcası bir süre Mehmet'in yüzüne bakmıştı öylece bakıp zamanı geçirmişti. Ne bir cevap ne bir işaret hiç birşey yoktu yüz ifadesinde. İşte ilk kez o zaman Mehmet'in içini bir huzursuzluk kapladı anlam veremediği nedenini bilmediği...

İstanbul'da ikinci gününde amcası Mehmet'i dışarı gezmeye çıkartmıştı. Çok sevinmişti buna geldim geleli evde tıkılı kaldım ne oynayacak bir çocuk ne de bir arkadaşım var diye düşünüyordu Mehmet. Bir yol kenara geldiler. Trafik lambalarının orada durdu amcası ve Mehmeti tam önüne çekti,

-" Bak evlat şimdi sen burada bekleyeceksin. Şu lambaları görüyor musun? Onların anlamlarını heralde biliyorsundur kırmızı dur, yeşil geç demektir. Sen kırmızıda duran arabaların hemen önüne koşacaksın ve camlarını sileceksin. Bununla beraber her cam silmede şoförden para isteyeceksin anladın mı beni? Burası artık senin ve benim ekmek teknem."
Mehmet şaşkın gözlerle amcasını dinliyordu. Duydukları ona önce anlamsız geldiler. Ne demek istiyordu ki amcası o burada ne yapacaktı hem neden yapacaktı bunu peki ya okul, okula gidecekti ne olmuştu şimdi acaba amcasını kızdıracak ne yapmıştı ki ? İki gündür onun sözünden dışarı çıkmamıştı. O ne dediyse yapmıştı öyle ki canı çok sıkılmış olmasına rağmen evden dışarı adımını atmamıştı.

Mehmet tüm bunları düşünürken amcası ona daha bir çok şey anlatıyordu. Duran arabalara nasıl yaklaşması gerektiğini, hangi arabaların şoförlerinden daha iyi para alabileceğini, eğer polis görürse ne yapması gerektiğini anlatıp duruyordu. Ama O hiç bir şeyi duymuyordu gözleri boş boş etrafına bakıyordu. Yardım ister gibi öylece süzdü sağını solunu ama gördükleri hep yabancı yüzlerdi. Evet anlamıştı o artık tek başına bir çocuktu ve çabuk büyümek zorunda kalacaktı. İşte tam o sırada yüzünde bir sızlama acı bir tokat sesi. Neye uğradığını şaşırdı, amcası şimdi ona bağırmaya başlamıştı. Senin aklın nerede ben sana burada ne anlatıyorum beni dinliyor musun ? Yüzüme bak dikkatini bana ver çocuk yoksa elimde kalırsın... Bak eğer bugün buradan iyi para kazanamazsan sana akşam yemek yok şimdi anladın mı beni ? Ve daha bir çok ses, kelime, öylece dökülüyordu amcasının dudaklarından. O kadar hırçın ve sert ki sanki bir düşman vardı karşısında işte öyle bağıra bağıra konuşuyordu. Ne istemişti ki Mehmet'ten neden bunu yapmıştı...

Utana sıkıla başlamıştı Mehmet kendisine verilen göreve. Duran arabaların camını silmeye koşuyordu. Başı hep yerde gözleri hep nemli. Dokunsalar hatta dokunmalarına bile gerek yok ufak bir seslenmelerinde bile gözlerinde ki pınar boşalacaktı. İşte öyle bir durum ve haldeydi... Elini o küçük parmaklarını zor uzatıyordu cama biraz bozukluk için...  Ah Mehmet annesinin kınalı kuzusu, babasının yiğidi... Ah Mehmet şimdi bu kötü dünya da tek başına kalmış kimsesiz Mehmet. Dalların kuru yaprağı Mehmet, rüzgara dayanamayıp savrulan Mehmet ve dalını ağacını kayıp etmiş Mehmet. Toprağa hayata tutunan kökleriymiş meğer ailesi onun. Sımsıkı tutmuş hayata karşı, dünyaya karşı ve hatta Süha amcası gibi kötü insanlara karşı, onu koruyan onu sarmalayan büyük çınar ağaçıymış ailesi.

Böyle geçiyordu günleri Mehmet'in sabahları kalkıp amcasıyla yola düşüyorlardı. Kimi zaman bir ışıkta bekliyor cam siliyor kimi zaman bir yerde oturup dileniyordu. Amcası ise uzaktan uzağa hep Mehmet'i gözlüyordu. Olur da yanında biri biraz fazla kalsın bir iki soru sorsun hemen çıkıp geliyordu ve Mehmet'i aldığı gibi oradan uzaklaşıyordu. Biraz öğüt veriyordu,

-"Aman kimseyle gereğinden fazla konuşma, onlara asla benden bahsetme. Adını söyle biraz duygu sömürüsü yap para verirlerse al ama konuşma uzarsa da hemen oradan uzaklaş tamam mı?" diyordu.

Geceleri gündüzlerini, gündüzleri de acılarını kovalarken böyle geçiyordu Mehmet'in günleri. Her gün yeni bir umut ve yeni bir hayalle uyanıyor ama yine o dik bakışlı çatık kaşlı amcasını görüyordu. Nadiren gülüyordu Süha amcası ve hiç köyde ki gibi değildi. Hep bir azar hep bir sinir vardı. Sanki bütün gün dilenen çalışan oymuş gibi bağırıp çağırıp dururdu. Hani görende tonlarca yükün altında kalmış evine ekmek yemek getirmek için yapmadığı iş kalmamış bütün gün oradan oraya koşuşturmuş sanırdı. Oysa kahve köşesinden hiç eksik olmazdı. Akşam koşa koşa kahveye gider ve bütün gecede orada kalırdı. İlk günler korkuyordu Mehmet ama sonrasında alıştı. O her kahveye gittiğinde daha özgür hissetti. Rahattı evde tek başına kimse kızmıyor boş boş bağırmıyordu. Hatta gece yarısı camdan dışarı yıldızlara bakardı. Ah derdi içinden keşke bende gökyüzünde olsam da bütün dünyayı izleye bilsem...

Yine günlerden bir gün trafik ışıklarında beklerken tüm hayatının akışı değişmişti Mehmet'in. Kırmızı ışıkta bekleyen arabaları inceledi ve içlerinden biri oldukça lüks bir otomobildi. Tamda amcasının dediği gibi belki bugün bu arabadan iyi bir bahşiş alırım diye düşünüyordu. Akşam aç karnına uyumak gerçektende büyük sıkıntıydı onun için. Usul usul yaklaştı arabaya her zaman ki gibi utangaç ve çekingen bir tavırla. O ilerledikçe ayakları geri geri gitmek istiyordu ama yapamazdı akşamı düşündü amcasının öfkesini,bağışını ve onu yine hırpalamasını gözlerinin önüne getirdi. Elinde ki bezi arabanın camına sürmeye başlamıştı şoför git diye işaret ediyordu ama o dinlemek istemedi. Sonra arabanın arka kapısı açıldı ve orta yaşlarında biri indi.

-" Söyle bakalım genç adam senin adın nedir ?" diye seslendi.

Mehmet bir an durdu cevap versem mi diye düşündü. Sonra amcasının ona verdiği öğütleri hatırladı, senin hakkında ki sorulara cevap ver ama sakın benden bahsetme demesini.

-" Mehmet efendim." dedi kendisinin bile zor duyacağı bir ses tonuyla.

Adam dikkatli dikkatli Mehmet'e bakıyordu. Elini uzattı ve başını okşadı Mehmet ailesini kayıp ettikten sonra ilk defa biri ona karşı bir şefkat bir sevgi göstermişti. 

-"Eee Mehmet sen burada tek başına mısın ? Bir büyüğün yok mu ? Hem senin bu yaşta burada değil okulda olman gerekmiyor mu ? 
Hadi söyle bakıyım bana ailen nerede nerede yaşıyorlar ? Seni onların yanına götüreyim onlarla da tanışmak isterim. Olmaz mı hem sen de burada yorulmuşsundur biraz dinlenmiş olursun hem bak sana söz veriyorum bugünkü tüm yevmiyende benden. Ne dersin sence de güzel bir teklif değil mi? "

İki arada bir derede kalmıştı Mehmet.  Bugün daha fazla burada beklemesine gerek yoktu sadece tek yapması gereken bu amcayı Süha amcasının yanına evlerine götürmekti. Hem belki böylelikle Süha amcası ona bu akşam yemek verirdi. Ne olacaktı ki hem kendisi bahsetmeyecekti bir zat amcası kendisini adama tanıtıp anlatacaktı. Ama dedi ya kızarsa... Ya yine beni döverse...

Bir anlık kararsızlık ve geçmeyen saniyeler. İsmail Bey çocuğun gözlerinden bunu okuyabilmişti. Neden düşünüyor acaba yoksa korkuyor mu ? diye aklından geçiriyordu. Bugünlük yevmiyesini de teklif ettim zaten onu burada tutanlar bu para için tutmuyor mu ? İşte tüm bu beklemenin arasında çocuğu hem cesaretlendirmek hem de daha iyi tanımak için aklına bir fikir gelmişti.

-"Eee genç adam ne dersin sen benim bu teklifimi düşünürken şurada ki lokantada da aç karınlarımızı doyuralım mı ? Olmaz mı ben açıktım sen de benimle beraber birşeyler yemek ister misin?"

Ve Mehmet'in dudaklarından o kelime tek başına yalnız olarak sanki tüm dünyanın malını ona vermişler gibi döküldü.

-" Evet."

Yemekte İsmail Beyoğulları istediğini almıştı. Mehmet tüm herşeyi ona öyle güzel ve masum bir şekilde anlatıyordu ki İsmail Beyoğulları duydukları karşısında git gide bir öfkeye düşüyordu. Ah diyordu içinden ah bu gençler ah bu çocuklar.... Hadi sizler masum, temiz yavrularsınız da ya bunlara izin veren büyükler ya bunlara göz yumanlar. Hiç mi uyanmadı köyün büyükleri hiç mi tanımazlardı bu adamı. Bilmezler miydi onun neler yaptıklarını neler düşündüğünü nasıl olur da ailesini yeni kayıp etmiş tamda desteğe, güvene, sevgiye,merhamete ihtiyacı olan bir çocuğu böyle bir zamanında böyle en güçsüz anında böyle bir adama teslim etmişler.

İşte o günden sonra İsmail Beyoğulları Mehmet'i hiç yanından ayırmadı. O gün lokantadan beraber çıktılar önce Süha amcasıyla kaldığı eve götürdü bu güven dolu bu merhamet dolu adamı Mehmet. Tabi yalnız değillerdi ve bunu Mehmet bilmiyordu. Daha onlar içeri girmeden bir kaç polis eve dalmıştı. İçeride kanepe de uyuklamakta olan Süha tüm bu olanlar karşısında şaşkına dönmüştü. Bir korkuyla fırladı kanepeden sağına soluna baktı. Ve o zaman gözleri faltaşı gibi açılmış bir şekilde Mehmet'e baktı. Tam ona doğru hamle yapacaktı ki polis onu ellerinden tuttuğu gibi duvara yapıştırdı.

Mehmet şaşkındı ama içinde bir huzur bir mutluluk vardı. Tüm bu olaylar esnasında yeni tanıştığı bu adam İsmail Beyoğulları onun elini hiç bırakmadı. Ne kadar sıcaktı eli aynı babasının ki gibi...
Ve bundan sonra da hiç bırakmayacaktı.

İşte Mehmet o gün öğrendi İsmail Beyoğulları'nın böyle bir insan olduğunu. Zorda kalmış, güç duruma düşen insanlara yardım ediyordu. Sokakta kimsesiz kalmış çocuklara önce yuva veriyordu. Sonra onları eğitim görecekleri büyük okullara Akademilere götürüyordu. Kimse orada onlara kötü davranamazdı, dışlayamazdı ya da yol kenarında dilenirken, araba camlarını silerken insanların davrandığı gibi baktığı gibi küçümsediği gibi davranamazdı. Bu Akademilerin ilk kuralı ve var olma amacıydı. Zaten böyle kurulmamış mıydı bu büyük okullar....


22 Mayıs 2016 Pazar

DÜŞÜNMEK; KIT KAYNAKLAR




Düşünmek ; Kıt Kaynaklar

                                
Mevcut kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olması, iktisat biliminin ortaya çıkma nedenidir. İktisat bilimi kaynakların kıt olması nedeniyle insanların yaptıkları tercihler ve bu tercihler nedeniyle aralarındaki ilişkiyi inceleyen bir bilimdir.

Kıt kaynakların biz insanların sınırsız ihtiyacını nasıl karşılaşacağına ilişkin daha bir çok tez ve görüş oluşturulmuş. Bir çok bilim dalından bu konuda yararlanılmaya çalışılmış. Iktisat, maliye, muhasebe ve zaman ile sosyoloji ve Psikoloji birbiriyle iç içe geciştirilerek insanlığın sınırsız olan ihtiyaçlarına cevap bulunmaya çalışılmıştır. 
Peki gerçekten dünyada ki kaynaklar kıt mı? 
Veya bizim bu sınırsız ihtiyaçlarımızın ne kadarı gerekli ?
Koskoca bir gezegeni yiyoruz ve yine de doymuyoruz. Bu doyumsuzluğumuzu da bir çok teori ve görüş ile açıklamaya çalışıyoruz. 
Tarihe bakıyoruz Amerika Kıtası, Afrika ve Asya zamanında bir çok sömürge yaşamışlar ve hala yaşıyorlar. Uluslararası toplum tüm zenginliklerini kaynaklarını sömürdükleri bu milletleri şimdi uzaktan uzağa izlemektedir. 
Kısaca dünyanın kaynakları kıt mıdır bilinmez ama insanoğlunun gerçekten doyumsuz bir ihtiyaç listesi bulunmaktadır. Ve bunları karşılamak için de her yol mübahtır yaklaşımı ile herşeyi yapmaktadır. Sonrada bunları açıklamak için değişik değişik görüş ve teori üretiyor.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Mim ~~İletişim ve Bahaneler



MİM~~İletişim ve Bahaneler

Dikkat MİM lendim.
Evet bu ilk mim im Sema Gürpınar a beni mimlediği için çok teşekkür ederim.

Insanların git gide birbirinden koptuğu be bunun en büyük nedeni olarakta teknoloji gelişimini gösterdiği bir çağdayız.
Eskiden büyüklerimiz anlatırdı bir gurbete çıktılar mı tamam bir haber alabilmek için ya da bir haber gönderebilmek için doğru o beyaz sayfaların yani mektupların başına geçerlermiş.
Sayfalarca yazmak o zaman onların en büyük iletişim ve ulaşım çabası...
Nerde diyorlar bu zamanın imkanları sevdiğinin, annesinin, babasının ya da bir dostunun bırakın yüzünü görmeyi sesini duymak bile bir mucize...
Her yerde telefon yokmuş veya her zaman arayacak fırsat. Nerde şimdinin imkanları...
Şimdi siz askerlik yapıyorsunuz tamam ama o zamanlar diyorlar ne haber var ne bilgi bir ses duymak bile büyük bir mutluluk. Her haftasonu çarşı izinde bir internet cafe de ailen ile öyle kameralı sohbet etmek görüşmek Nerede diyorlar.
Evet zaman değişiyor hayat farklı bir yana veya farklı bir yoldan akmaya başlıyor ama bunlar bizi birbirimizden uzaklaştırmak için değil daha da yakınlaştırmak birbirimize bağlamak için bunu unutmayalım...
Şimdi sıra geldi mimlerr

Ahsen Şimşek
Kore fenomeni
Ve bu MİM hakkında yazmak isteyen siz :)


14 Mayıs 2016 Cumartesi

GÜNDE BEŞ VAKİT





GÜNDE BEŞ VAKİT


Her gün çağrılıyorsun,
Kim seni bu kadar davet eder?
Kim günde beş vakit ağırlamak ister?
Hiç bitmek bilmeyen bir çağrı...
Söyle hangi ev sahibi,
Günde beş vakit seni dinler..
Tıkama bak kulaklarını,
Unutma kalu bela da verdiğin sözü.

Zamanı gelmedi diye düşünme,
Hangimiz hakimiz ki zamanımıza...
Bugüne mi kesildi biletimiz?
Yarına mı nasıl bileceğiz ki...
Nice gençler gitmedi mi?
Ve daha ne kadar yaşlılar kaldı ki...
Bak sağlığına bile hakim olamayan sen,
Unutma bugün biter ama yarın gelmez...